Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Nebevî Ahlâk ile Ahlâklanmak

Nebevî Ahlâk ile Ahlâklanmak
0
196

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
14
“Gel ey gönül! Hakîkî bayram, Cenâbı Muhammed’e vuslattır Çünkü cihânın aydınlığı, O mübârek varlığın cemâlinin nûrundandır (Hz Mevlânâ)

Yaratılış olarak kâinattaki varlıkların en şereflisi olan insanın gerçek kıymeti, maddî yapısından ziyâde mânevî dünyâsında, yâni ahlâkında gizlidir İnsanlığın ahlâk ve fazîlet târihi, aynı zamanda hak dinlerin târihidir Zîrâ güzel ahlâk, dînin gönülde iyi hazmedilmesinin, olgunlaşıp kemâle ermesinin bir netîcesidir Bu bakımdan İslâm ahlâkı da, dînimizin özü, esâsı ve bizzat kendisidir

Fânîlerin kanaat ve telakkîleri, kâmil bir ahlâk nizâmında ölçü olamaz Bir ahlâk nizâmının kıymeti, ne kadar ilâhî menşe’li olduğuna bağlıdır Çünkü insan tabiatini en iyi bilen, onun yaratıcısı olan Allâh Teâlâ’dır Bu bakımdan insanlık âleminin ahlâkı, kendi hevâsından bir şey söylemediği ilâhî beyân ile sâbit olan Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem, ve O’nun kalbine indirilmiş olan Kur’ânı Kerîm ile kemâle erdirilmiştir

Nitekim âyeti kerîmede:

“(Ey Ra*sû*lüm!) Onu (Kur’ân’ı) Ceb*râ*îl, uyarıcılardan ola*sın di*ye Sen’in kal*bi*ne in*dir*miş*tir (eşŞu*arâ, 193194) buyrulmaktadır

Allâh’ın râzı olduğu huy ve davranışlardan ibâret olan güzel ahlâk, Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’in mübârek lisan ve tatbikâtı ile beşeriyyete teblîğ olunmuştur

Allâh Rasûlü’nün ahlâkını soranlara Hazreti Âişe

radıyallâhu anhâ vâlidemizin; “O’nun ahlâkı Kur’ân’dır buyurduğu gibi, nebevî ahlâk, tamâmen “Kur’ân ahlâkından ibârettir Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, canlı bir Kur’ân mâhiyetindeki ömrü boyunca, her hâl ve hareketiyle pâk kalbi şerîfine indirilen

Kur’ânı Kerîm’in fiilî bir tefsîri olmuştur

Cenâbı Hak, İslâm ile murâd ettiği “kâmil insan modelini, Haz*reti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in şahsında sergilemiş, O’nu bütün bir beşeriyet için örnek şahsiyet kılmıştır

Yine O’nun ahlâkını tekrîm sadedinde:

“(Ey Rasûlüm!) Muhakkak ki Sen’in için tükenmeyen bir mükâfât vardır Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin! (elKalem, 34) buyurmuştur

Güzel ahlâkın Hak katındaki kıymetini anlamak için, Hak Teâlâ’nın yüce kelâmı Kur’ânı Kerîm’e bakmak kâfîdir Ahlâk, Kur’ânı Kerîm’de en büyük ve esaslı yer tutan hususlardan biridir Yine Kur’ânı Kerîm’de büyük bir yer tutan kıssalar dahî bir bakıma ahlâkî esasları tamamlayıcı mâhiyettedir

Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz de:

“Ben baş*ka bir mak*sat*la de*ğil, an*cak gü*zel ah*lâ*kı ta*mam*la*mak için gön*de*ril*dim (İmâm Mâ*lik, Mu*vat*tâ, Hüs*nü’lhulk, 8) buyurmak sûretiyle vazîfesinin özünü hulâsa etmiştir

Hakîkaten, o Varlık Nûru’nun ulvî teşrîfiyle, cihânın kararmış ufukları nûra garkoldu, insanlığın beklediği yeni bir saâdet sabahı doğdu, kalbler nûrlandı, basîretler açıldı, hayâtın bulanık akışları duruldu O yüce Peygamber’in feyz ve bereketiyle âlem ebedî bir bahâra kavuştu İnsanlığı hakîkî şeref ve haysiyetine, hayırhasenâta, hakka, adâlete ve müsâvâta O erdirdi Hayat ve ebediyyetin sırrını O öğretti

O yüce Peygamber, ümmî bir toplumda yetişti Lâkin getirdiği yüce kitâb ile dünyâ kütüphânelerine ışık kaynağı oldu Gönülleri hikmet, sır ve ledünnî ilimle doldurdu O kitâbın gelişiyle minberler, mihraplar, kürsüler, Hakk’ın hakîkat derslerini okutmaya başladı

Rasûli Ekrem Efendimiz, bütün insanlığa, hattâ kâinattaki bütün yaratılmışlara rahmet oldu Yine o Rahmet Peygamberi, bize sessiz kâinât kitabının sayfalarını araladı Gizli ve meçhul dillerin zikir ve tesbîhâtına tercümân oldu İnsanlık haysiyetini kaybetmiş ve hayvânî bir hayâta dalmış sîneleri gerçek insanlık izzet, şeref ve haysiyetine kavuşturarak gönüllerdeki muhabbet sarayının sultânı oldu

O’nun muhabbetine nâil olabilmek, ebedî bir saâdet hazînesi, cennet vizesi ve ilâhî huzûra kabûl vesîkasıdır Şüphesiz ki O’nun ulvî muhabbeti, O’nda fânî olanların nasîbi ve kârıdır Beşeriyetin en büyük ahlâk kahramanı olan Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in, en iyi tâkipçileri de ashâbı kirâm ve Hak dostlarıdır Bunların izinden yürümesini bilen mü’minler de, hakîkî insanlık haysiyetine yaraşır bir ahlâkı hamîdeye sâhip olmuşlardır

Sahâbei kirâm, gönüllerini Allâh Rasûlü’nün muhabbetiyle doldurup, O’na her hususta itaat etmek sûretiyle O’nun ahlâkıyla ahlâklandıkları için Cenâbı Hakk’ın senâsına nâil oldular Nitekim âyeti kerîmede:

“(İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen ilk muhâcirler ve ensâr ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allâh onlardan râzı olmuştur, onlar da Allâh’tan râzı olmuşlardır Allâh onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır İşte bu, büyük kurtuluştur (etTevbe, 100) buyrulmaktadır

Bizler, artık sahâbî olma imkânına sâhip değiliz Ancak âyeti kerîmede buyrulduğu üzere “onlara güzellikle tâbî olan mü’minlerden olup Hak Teâlâ’nın rızâsına nâil olma imkân ve ihtimâlimiz hayâtımız müddetince bâkîdir

Ashâbı kirâmdan sonraki asırlarda da Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’in ahlâkını bizlere en güzel aksettirenler, Allâh dostlarıdır ki, Cenâbı Hak onları bizlere numûne olarak göstermektedir Onlar:

“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de (Yûnus, 62) âyeti kerîmesinde buyrulduğu üzere Hak katında pek ulvî bir mevkîye sâhiptirler Şüphesiz ki bu ilâhî teminâttan nasîb alabilmek için o Hak dostlarının izinden gitmek îcâb eder

Ashâbı kirâm ve Hak dostları, Allâh Rasûlü’nün mü*bâ*rek şah*si*ye*tin*den lâyıkı vechile his*se ala*rak O’n*da fâ*nîle*ştikleri için, hayatları boyunca sergiledikleri bütün davranış güzellikleri, esâsen O Varlık Nûru’nun ahlâkı hamîdesinden akseden fazîlet numûneleri hükmündedir Zîrâ nerede bir güzellik varsa, O’ndan bir akistir Âlemde bir çiçek bile açılmaz ki, O’nun nûrundan olmasın! O ki, o yüzden varız O, solmayan, aksine gün geçtikçe tâzelik ve terâveti daha da artan, serâpâ nûrdan ibâret bir goncai ilâhîdir

Ashâbı kirâm, Allâh Rasûlü

sallâllâhu aleyhi ve sellem’in talebeleridir O’nun nebevî ahlâkını tahsîle tâlip olan sahâbîler, gökteki yıldızlar gibi insanlığa fazîlet misâlleri sergilemişlerdir Nitekim nebevî ahlâkın ashâbı kirâmdaki akislerinden ibâret olan sayısız fazîlet numûnelerinden birkaçı şöyledir:

Ebû Dücâne radıyallâhu anh hasta iken ziyâretine giden birisi, onun sîmâsının nûr gibi parladığını gördü ve ona:

“–Sîmân neden böyle parlıyor? diye sordu O da şu cevâbı verdi:

“–Benim iki amelim var:

1 Beni ilgilendirmeyen hususlarda susarım

2 Gönlüm mü’minlere karşı

sûi zandan uzak kalır Her mü’mine hüsni zannım vardır (İbni Sa’d, Tabakât, c III, s 557)

Allâh Rasûlü’nün îmân kardeşliği husûsundaki tebliğ ve telkinlerinin sahâbedeki akislerinden bir diğerini de İbni Büreyde elEslemî şöyle anlatıyor:

“Adamın biri İbni Abbâs’a çirkin sözler söyledi İbni Abbâs radıyallâhu anh ise sükût etti Adam hayret içinde İbni Abbâs’a niçin mukâbele etmediğini sordu İbni Abbâs da:

«–Bende üç haslet var ki, bunlar sana cevap vermeme mânîdir» buyurdu ve o hasletleri şöyle sıraladı:

«1 Allâh’ın kitâbından bir âyet okunduğunda; keşke bütün insanlar benim şu duyduğumu bilseler, diye temennî ederim

2 Müslüman bir hâkimin adâleti tevzî ettiğini duyunca çok sevinirim Hâlbuki o hâkimle hiçbir maddîmânevî alâkam yoktur

3 Müslümanların beldesine yağmur yağınca da çok sevinirim, hâlbuki o beldede ne otlayan bir hayvanım, ne de bir arâzim vardır» dedi (Heysemî, Mecmau’zZevâid, c IX, s 284)

İşte gönlün din kardeşliğinin muhabbetiyle dolmasının ashâbdaki güzel bir misâli

Ashâbı kirâmı rehber edinen, onlara güzellikle tâbî olan mü’minlerin gönüllerinin de tek bir yürek hâline gelmesi îcâb eder Mü’min kardeşinin sevinciyle sevinip ızdırâbıyla muzdarip olma diğergâmlığı, her mü’minin

tabiati asliyesi hâline gelmelidir

Hazreti Ali radıyallâhu anh buyurur:

“İki nîmet var ki beni hangisinin daha çok sevindirdiğini bilemiyorum Birincisi, bir adamın ihtiyâcını karşılayacağımı ümîd ederek bana gelmesi ve bütün samîmiyetiyle benden yardım istemesidir İkincisi de, Allâh Teâlâ’nın, o kimsenin arzusunu benim vâsıtamla yerine getirmesi yâhut kolaylaştırmasıdır Bir müslümanın sıkıntısını gidermeyi, dünyâ dolusu altın ve gümüşe sâhip olmaya tercih ederim (Ali elMüttakî, Kenzü’lUmmâl, VI, 59817049)

“Nefsî nefsî hodgâmlığından kurtulup “ümmetî ümmetî diğergâmlığına yükselmeyi teşvik eden nebevî ahlâkın, sahâbenin gönül dünyâsındaki akislerinden bir diğeri de şudur:

İbni Abbâs radıyallâhu anh birgün Peygamberimiz’in mescidinde îtikâfta iken bir kimse yanına gelerek selâm verdi ve oturdu İbni Abbâs radıyallâhu anh:

“–Kardeşim, seni yorgun ve kederli görüyorum dedi ve konuşmaları şöyle devâm etti:

“–Evet ey Rasûlullâh’ın amca oğlu, kederliyim! Falan şahsın benim üzerimde velâ hakkı var (mal mukâbilinde beni âzâd etmişti), fakat şu kabrin sâhibi (Allâh Rasûlü) hakkı için söylüyorum ki onun hakkını ödeyemiyorum

“–Senin hakkında onunla konuşayım mı?

“–Sen bilirsin

İbni Abbâs radıyallâhu anh ayakkabılarını alarak mescidden çıktı Adam ona:

“–Îtikâfta olduğunu unuttun mu, niçin mescidden çıktın? diye seslendi

İbni Abbas radıyallâhu anh:

“–Hayır! Ben, şu kabirde yatan ve henüz aramızdan yeni ayrılmış olan zâttan duydum ki, (bunları söylerken gözlerinden yaşlar akıyordu):

“–Her kim, din kardeşinin bir işini tâkip eder ve o işi görürse, bu kendisi için on yıl îtikâfta kalmaktan daha hayırlıdır Bir kimse Allâh rızâsı için birgün îtikâfa girse, Cenâbı Hak o kimse ile ateş arasında üç hendek yaratır ki, her hendeğin arası doğu ile batı arası kadar uzaktır (Beyhakî, Şuabu’lÎmân, III, 424425)

Ashâbı kirâmı böylesine diğergâm, müşfik ve merhametli kılan, Allâh Rasûlü’ne duydukları sonsuz muhabbetle O’nun izinden yürüme gayret ve heyecânı taşımalarıydı Öyle ki, Allâh Rasûlü’nün sevdiğini kendi sevdiklerine tercih eder, gerektiğinde kendi arzularından ferâgat etmekte tereddüt göstermezlerdi

Nitekim Hazreti Ömer

radıyallâhu anh, Peygamber Efendimiz’in âzatlısı Zeyd bin Hârise’nin oğlu Üsâme’ye üçbin beşyüz dirhem tahsis etmiş, kendi oğlu Abdullâh’a ondan beşyüz dirhem daha az vermişti

Abdullâh, babası Hazreti Ömer’in bu taksîmine îtirâz ederek:

“–Üsâme’yi niçin benden üstün tutuyorsun? O benden daha çok savaşa katılmadı ki! demişti

Hazreti Ömer radıyallâhu anh, o eşsiz adâletine ilâveten ne kadar zengin bir gönül ve üstün bir tevâzû sâhibi olduğunu gösteren şu cevâbı vermişti:

“–Oğlum! Rasûlullâh Efendimiz, Üsâme’nin babasını senin babandan daha çok severdi Üsâme’ye de senden daha çok muhabbeti vardı İşte bu sebeple, Rasûlullâh’ın sevdiğini kendi sevdiğime tercih ettim (Tirmizî, Menâkıb, 39)

Günümüzde de sahâbîler gibi Allâh Rasûlü’nün muhabbetiyle dolup O’nun yüce ahlâkını tahsîle tâlip olmak mecbûriyetindeyiz Aradan geçen asırlara rağmen onların hiçbir zaman eskimeyecek, solmayacak güzelliklerini yaşayıp yaşatma gayreti içinde olmalıyız Zîrâ Fahri Kâinât Efendimiz’in hakîkî ümmeti olma şeref ve bahtiyarlığına liyâkatin bedeli budur

Ömer bin Hattâb radıyallâhu anh’ın şu rivâyeti, asrı saâdetten sonra gelip Kur’ân ve sünnet istikâmetinde bir hayat yaşayanlar için ne büyük bir nebevî müjde ihtivâ etmektedir:

“Birgün Peygamber Efendimiz’le beraber oturuyorduk Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem bir ara:

«–Söyleyiniz, îmân edenler arasında en üstün îmâna sâhip olanlar kimlerdir?» diye sordu

Ashâb, önce melekleri, sonra peygamberleri ve daha sonra da şehîdleri en üstün îmâna sâhip olanlar olarak zikrettilerse de, Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem her defâsında:

«–Evet, onlar öyledir ve bu onların haklarıdır Allâh onları öyle bir mertebeye çıkarmışken bu pâyenin onlara verilmesini ne engelle*yebilir? Ama ben bunları sormuyorum» buyurdu

Ashâb:

«–Öyleyse kimler olduğunu siz söyleyiniz yâ Rasûlallâh!» deyince Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:

«–Onlar, şu an babalarında ve atalarında meknuz olan bâzı kimselerdir ki, benden sonra gelecekler, beni görmedikleri hâlde bana îmân ede*cekler, beni tasdîk edecekler ve Kur’ân’ı okuyup muhtevâsıyla amel edecekler İşte îmân edenler içinde en üstün îmâna sâhip olanlar bunlardır» buyurdu (Ebû Ya‘lâ, Heysemî: 1065)

Hadîsi şerîfteki müjdeyi doğru idrâk edip Kur’ân ve sünnet istikâmetinde bir hayat yaşamak her mü’minin vazîfesidir Aksi hâlde âhirette Allâh Rasûlü

sallâllâhu aleyhi ve sellem’in şefaati uzmâsını umarken O’nun bizden şikâyetçi olması da muhtemeldir ki bundan daha büyük bir ziyân düşünülemez Nitekim kendilerine gelen

Kur’ânı Kerîm’in hilâfına bir hayat yaşayanlar hakkında âhirette Peygamber Efendimiz’in Rabbine şikâyette bulunacağı, âyeti kerîmede şöyle bildirilmektedir:

“Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’ân’ı büsbütün terk ettiler (elFurkân, 30)

İşte âhirette bu nebevî itâba dûçâr olmamak için O’na ümmet olmanın gerekli kıldığı şekilde yaşamak îcâb eder Bunun yolu da Kur’ânı Kerîm’i âdâbına uygun bir şekilde, yâni mahrecine, tecvîdine riâyetle bol bol tilâvet etmek, derûnundaki mânâlara âşinâ olmak ve duygu derinliği içinde hassâsiyet ve muhabbetle tatbik etmeye gayret göstermektir

Böyle yaşayanlara, Rasûli Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellemEfendimiz’in bu dünyâda da âhirette de muhabbet ve şefkat kanatları açıktır Fakat Kur’ân ve sünneti terk edip yanlış yollara sapanlar ise âhirette büyük bir pişmanlık ve perişanlığa sürükleneceklerdir

Nitekim Ebû Hüreyre

radıyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, birgün Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem, ashâbıyla birlikte kabristana gitti ve:

“Allâh’ın selâmı üzerinize olsun ey mü’minler diyârının sâkinleri! İnşâallâh birgün biz de size katılacağız Kardeşlerimizi görmeyi çok isterdim Onları ne kadar da özledim! buyurdu

Ashâbı kirâm:

“–Biz Sen’in kardeşlerin değil miyiz, yâ Rasûlallâh? dediler

Rasûli Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem:

“–Sizler benim ashâbımsınız, kardeşlerimiz ise henüz gelmemiş olanlardır buyurdular

Bunun üzerine ashâb:

“–Ümmetinden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın, ey Allâh’ın Rasûlü? dediler

Peygamber Efendimiz

aleyhissalâtü vesselâm:

“–Bir adamın alnı ve ayakları ak olan bir atı olduğunu düşünün Adam bu atını hepsi de simsiyah olan bir at sürüsü içinde bulamaz mı? diye sordu

Sahâbe:

“–Evet, bulur, ey Allâh’ın Rasûlü! dediler

Bunun üzerine Rasûli Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İşte onlar da abdestten dolayı yüzleri nurlu, el ve ayakları parlak olarak gelecekler Ben önceden gidip havuzumun başında ikram etmek için onları bekleyeceğim Dikkat edin! Birtakım kimseler yabancı devenin sürüden kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim havuzumdan kovulacaklar Ben onlara «Gelin buraya» diye nidâ edeceğim Bana:

«–Onlar senden sonra hâllerini değiştirdiler, (Sen’in sünnetini tâkip etmeyip başka yollara saptılar, büyük günahlar işlediler) denilecek

Bunun üzerine ben de:

«–Uzak olsunlar, uzak olsunlar» diyeceğim (Müslim, Tahâret, 39)

Cenâbı Hakk’a şükürler olsun ki biz âciz kullarını meccânen, yâni bir bedel ödemediğimiz hâlde Habîbi Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimizin ümmeti olmakla şereflendirdi Bu ilâhî lutfun hakîkatine ererek Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’in muhabbetine ve “kardeşlerim iltifâtına lâyık olabilmenin yolu, O’nun sünneti seniyyesine sımsıkı sarılmak ve O’nun ahlâkı ile ahlâklanmaktır

Bir ya*ra*tı*lış hâ*ri*ka*sı olan

Fahri Kâ*inât sallâllâhu aleyhi ve sellem Efen*di*miz’i ve O’nun ahlâkı hamîdesini, be*şe*rî istîdâd ve tâ*kat dâ*hi*lin*de kâ*mi*len kavraya*bil*mek ve beşer kelâmının mahdut imkânlarıyla lâyıkı vechile ifâde edebilmek müm*kün de*ğil*dir Bu âlem*den alı*nan in*ti*bâ*lar, O’nu îzah ve idrâkte ki*fâ*yet*siz ka*lır Bir bar*da*ğa, bir um*mâ*nı sığ*dır*mak müm*kün ol*ma*dı*ğı gi*bi, Nûri Muham*me*dî’yi lâyıkıyla id*râk etmek de müm*kün de*ğil*dir O’nu anlatmak sadedinde dilimizden dökülenler ise, âciz idrâkimize O’nun eşsiz güzelliklerinden yansıyan kırıntı kabîlinden nasiplerdir

Bu fânî âlemde Hakk’a yaklaşabilmenin müstesnâ fırsat demleri olan mübârek gün ve geceler, aynı zamanda bir nefs muhâsebesine girme vesîlesidir Önümüzdeki günlerde inşâallâhşeref ve izzeti ile müşerref olacağımız mübârek “Mevlid kandilini gerçek mânâda idrâk ve ihyâ edebilmemiz için, ashâbı kirâmın Allâh Rasûlü’nü nasıl tanıdıklarını, O’na nasıl muhabbet duyup ahlâkıyla ahlâklandıklarını, O’na râm olup uğrunda bütün imkânlarını nasıl cömertçe sarf ettiklerini derinden derine tefekkür edip bu duygu derinliği ile kendi hâlimizi mukâyese etmeli, O’na ne kadar lâyık bir ümmet olabildiğimizi vicdânımızda mîzân etmeliyiz

Yâ Rabbî! Velâdet kandilinin rahmet, bereket ve füyûzâtı ile Rasûlünün yüce ahlâk ve rûhâniyetinden kalblerimize hisseler nasîb eyle! “Anam, babam, canım sana fedâ olsun yâ Rasûlallâh! diyen mübârek sînelerin derûnî duyuşlarıyla gönüllerimizi ihyâ eyle!

Âmîn!
 

Similar threads

Peygamber Efendimiz doğmadan önce birçok ilâhî tecellî zuhûr etmişti Bütün kâinât âdeta O’na hasret çekmekteydi Çünkü O, yaratılışın sebebi idi Evvelâ Allâh Teâlâ, daha önceki peygamberlerden, Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’e îmân edip yardımcı olmaları husûsunda ahd ve mîsâk almıştır...
Cevaplar
0
Görüntüleme
142
Mekke’de umûmiyetle putperestlik hâkim olmakla birlikte, tevhîdin izleri tamâmen silinmiş de değildi Hazreti İbrâhîm’in tâlîm ettiği tevhîd dîni az da olsa bir kısım insanlar tarafından devâm ettiriliyordu “Allâh’ın dostu mânâsında “Halîlullâh vasfına sâhip olan İbrâhîm aleyhisselâm, “ülü’lazm...
Cevaplar
0
Görüntüleme
125
Allâh Teâlâ için zaman ve mekân düşünülemez O, zaman ve mekân kayıtlarından münezzehtir1 Ezelde yalnız kendisi var olan ve var olmak için başka bir var ediciye muhtaç olmayan Cenâbı Hak, bilinmeyi ve bu bilinmenin îcâbı olarak ibâdetlerle tekrîm olunmayı murâd ettiğinden, “âlemi kesret (çokluk...
Cevaplar
0
Görüntüleme
128
İnsanın doğumundan itibâren eğitim ve öğretimine tesir eden pek çok âmil mevcuttur İlk olarak insan, her hususta örnek ve rehber bir şahsiyete muhtaçtır Çünkü o, dil, dîn, ahlâkî vasıflar, alışkanlıklar vs hayâtını şekillendiren bütün fikir, inanış ve faâliyetlerini, hep kendisi için sergilenen...
Cevaplar
0
Görüntüleme
129
İNSANDAKİ İKİ TEMÂYÜL Cenâbı Hak; insanı, cennete davet etmekte Ancak onu cennete ham ve nâdân hâliyle değil, terbiye olmuş bir kıvamda kabul etmekte Kötülükleri emredip duran bir nefs ile değil, zikrullah ile itmi’nâna kavuşmuş bir gönül ile… Mülevves duygularla dolu bir kalp ile değil...
Cevaplar
0
Görüntüleme
106
858,505Konular
982,706Mesajlar
33,054Kullanıcılar
yazsoyamanSon üye
Üst Alt