Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

İslâm’ın Anlaşılması ve Yaşanmasında Siyer-i Nebî’nin Ehemmiyeti

İslâm’ın Anlaşılması ve Yaşanmasında Siyer-i Nebî’nin Ehemmiyeti
0
136

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
14
İnsanın doğumundan itibâren eğitim ve öğretimine tesir eden pek çok âmil mevcuttur İlk olarak insan, her hususta örnek ve rehber bir şahsiyete muhtaçtır Çünkü o, dil, dîn, ahlâkî vasıflar, alışkanlıklar vs hayâtını şekillendiren bütün fikir, inanış ve faâliyetlerini, hep kendisi için sergilenen numûneler ve onlardan aldığı intibâlarla oluşturur Bâzı küçük istisnâlar olsa da, umûmiyetle bu, böyledir

Meselâ bir çocuk, annebabası hangi dili konuşuyorsa, öncelikle onu öğrenir Daha sonra da örnek aldığı diğer numûneler ve misâllerle ikinci, üçüncü ve hattâ dördüncü dilleri öğrenebilir

İnsanda fıtrî olarak mevcut bulunan taklit temâyülü, şahsiyeti şekillendiren en mühim âmillerden biridir Bu sebeple insanın eğitimi de ona müsbet veya menfî numûneleri taklit ettirmekten başka bir şey değildir Böylece insan, elinde büyüdüğü anne, baba, âile çevresi ve nihâyet yaşadığı muhitten çeşitli tesirler alır ve bunları taklitteki istîdâdı nisbetinde müsbet veya menfî bir şahsiyet olarak cemiyete katılır

Ancak insanın, konuştuğu dili ve benzeri zâhirî hususları öğrenmesi, ekseriyetle büyük bir mesele teşkil etmezken; onun dînî, ahlâkî ve mânevî âleminin şekillenmesinde büyük ve ciddî engeller ortaya çıkar Çünkü ilâhî irâdenin insana imtihan gâyesiyle vermiş olduğu ve insanı hiç terk etmeyen, “nefs ve “iblis gibi iki büyük engel, bu nevî fazîletleri taklit ve tatbîk husûsunda insanın çoğu kere aksi yönde bir temâyül göstermesine sebebiyet verir Bu bakımdan insanın mânevî âlemi, kâmil ve üstün şahsiyetler olan peygamberler ve Hak dostları tarafından şekillendirilmelidir Aksi takdirde insanoğlu, gaflet, dalâlet ve isyâna sürüklenmekten kendini koruma dirâyetini kolay kolay gösteremez Böylece ebedî saâdetinin hazîn bir hüsrâna dönüşmesini engelleyemez

Bu itibarla insanoğlu dâimâ ince rûhlu, zarif ve rakik kalpli rehberlere muhtaçtır Yine bu yüzdendir ki insanlar, müsbet veya menfî rehber kabûl ettikleri kimselere meftûn olur, hayran kaldıkları kişileri güçleri nisbetinde taklîde çalışırlar Bugün nefsânî sefâhet ve mânevî sefâlet içindeki birtakım kimseleri kendine örnek alarak onlar gibi olmak için kendilerini ve ebedî saâdetlerini tehlikeye atanların hâli, ne müthiş bir insanlık isrâfı ve iflâsıdır! Bu dehşet verici aldanış, aslında boş bırakılmış gönül tahtının doldurulması adına yanlış kimselere takdîm edilerek ziyân edilmesinden başka bir şey değildir

Hazreti Mevlânâ kuddise sirruh, insanın bu acâyip ve garip hâlini şu misâl ile dile getirir:

“Kuzunun kurttan kaçmasına şaşılmaz Zîrâ kurt, kuzunun düşmanı ve avcısıdır Lâkin hayret edilecek şey; kuzunun kurda gönül kaptırmasıdır!

İşte bu geçici imtihan âleminde kurda gönül kaptırarak ebedî bir felâkete dûçâr olmamak için, Cenâbı Hakk’ın biz kullarına “Üsvei Hasene yâni en güzel bir örnek şahsiyet olarak takdîm ettiği, Serveri Âlem, Seyyidü’lMürselîn, Hazreti Muhammed Mustafâ sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e aşk ve muhabbetle tâbî olmalıyız O’nu gönül tahtımızın yegâne sultânı ve hayâtımızın rehberi kılmalıyız Çünkü O’nu sevmek bize farz kılınmıştır1 Hak Teâlâ, Kur’ânı Kerîm’inde:

??????????? ??????? ???????????????? ???? ????????????

“Peygamber, mü’minler nazarında kendi canlarından daha önce gelir… (elAhzâb, 6) buyurmuştur O, bize kendi canlarımızdan daha yakın ve daha ileridir

Hadîsi şerîfte de Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’e muhabbet, hakîkî îmânın şartı olarak zikredilmiştir:

“Nefsim kudret elinde olan Allâh’a yemin olsun ki; sizden biriniz, ben kendisine anasından, babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça hakîkî mânâda îmân etmiş olamaz (Buhârî, Îman, 8)

Diğer bir hadîsi şerîfte ise, îmânın halâvetini ancak üç husûsiyeti taşıyan kimsenin tadabileceği bildirildikten sonra, “Allâh ve Rasûlü’nü her şeyden daha çok sevmenin, bunların başında geldiği beyân edilmiştir2

Abdullâh bin Hişâm’ın anlattığı şu rivâyet, Rasûlullâh’a muhabbetin hangi seviyede olması gerektiğini göstermesi bakımından çok mânidârdır:

“Bir defâsında Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem ile birlikte bulunuyorduk Rasûli Ekrem, orada bulunanlardan Hazreti Ömer’in elini avucunun içine almış oturuyordu O sırada Ömer radıyallâhu anh:

“–Yâ Rasûlallâh! Sen bana canımın dışında her şeyden daha sevgilisin! diyerek Rasûlullâh’a olan muhabbetini ifâde etti Onun bu sözüne karşılık Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“–Hayır, ben sana canından da sevgili olmalıyım! buyurdu

Hazreti Ömer radıyallâhu anh hemen:

“–O hâlde Sen’i canımdan da çok seviyorum yâ Rasûlallâh! dedi Bunun üzerine Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem:

“–İşte şimdi oldu buyurdu (Buhârî, Eymân, 3)

Muhabbetin şartı ve ilk meyvesi, sevileni unutmamak; ona sözde, fiilde, hâlde ve fikirde muvâfakat etmektir Peygamber Efendimiz’in muhabbetiyle dolu bir kalbe sâhip olabilmek için; evveliyetle O’nun sünneti seniyyesini bütün tafsîlâtıyla öğrenip bunları büyük bir tâzîm ve duygu derinliği içinde hâl ve davranışlara aksettirmek îcâb eder

Çünkü O’nun hayâtı bilinmeden, kalpler O’nun sevgisiyle bezenmeden, makbûl bir İslâmî yaşayış mümkün değildir Bunun gerçekleşmesi, siyeri nebevîye vukûfiyet netîcesinde, hassâsiyet ve duygu derinliği kazanmaya bağlıdır O’nu tanımadan gerçek muhabbeti yaşamak, O’na karşı muhabbette kemâle ermeden hakîkî îmâna nâil olmak mümkün değildir Allâh’ın sevgisine nâiliyet dahî O’na tâbî olmaya bağlıdır (Bkz Âli İmrân, 31) Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, işte bu sebeple muhabbet üzerinde bu kadar titizlikle durmuş ve ısrarla sevgiye dâir inceliklere temâs etme ihtiyâcı hissetmiştir

Peygamberlerin serveri olan Hazreti Muhammed Mustafa sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in sîreti, engin bir deryâ mesâbesindedir O, rivâyete göre kendisinden evvel gelen 124 bin küsur peygamberin bilinen ve bilinmeyen bütün fârik vasıflarının tamâmının daha ötesine sâhip olmuş, güzel ahlâk ve hasletlerin zirvesine ulaşmıştır O, kendi devrine kadar insanlığın tefekkür ve yaşayış bakımından kaydettiği gelişmeye ilâveten, beşeriyetin kıyâmete kadar vâkî olabilecek ihtiyaçlarını da karşılayacak numûnei imtisâl bir şahsiyet olmak üzere “Âhir Zaman Nebîsi olarak gönderilmiştir O, “Hâtemü’nNebiyyîndir

Târihte hayâtının tamâmı en ince teferruâtına kadar tespit edilebilen tek Peygamber ve hattâ tek insan da, Hazreti Muhammed Mustafâ sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’dir Peygamberler silsilesinin, insanlığı Hakk’a ve hayra tevcih husûsunda birer emsâl teşkil edebilecek davranış mükemmelliklerinden günümüze ancak muayyen miktarda hâtıra intikâl edebilmiştir Hâlbuki Âhir Zaman Nebîsi sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in en basitinden en girift ve mükemmeline kadar bütün fiilleri, sözleri ve ifâdeye aksettiği kadarıyla gönül âlemi, anbean tâkib edilmiş ve târihe bir şeref levhası hâlinde kaydedilmiştir Üstelik bunlar, Allâh’ın büyük bir lutfu olarak, asırlar ötesinden kıyâmete kadar gelecek bütün insanlığa intikâl etme mazhariyetine erdirilmiştir

İşte İslâm ahlâkını nazarîlikten amelîliğe (teoriklikten pratikliğe) yükselten ve diğer ahlâkî sistemlerden üstün kılan da;

Peygamber Efendimiz’in mübârek hayâtındaki ölçülerin, yâni O’nun örnek hâl ve davranışlarının “ef’âli Peygamberî adı altında titizlikle tespit edilerek, asırlar boyunca sağlam bir şekilde muhâfaza edilip günümüze kadar ulaşmış olmasıdır

Bizler birer beşer olarak, hayâtın türlü iptilâ, musîbet ve sürprizleri karşısında, kendimizi fitnelerden koruyabilmek için şükür, tevekkül, kadere rızâ, belâlara sabır, azîmet, şecaat, fedâkârlık, kanaat, gönül zenginliği, diğergâmlık, cömertlik, tevâzû gibi yüksek ahlâkî vasıflara sâhip olabilmenin yanı sıra, hâdiselerin medcezirleri ve fırtınaları karşısında muvâzeneyi kaybetmemek mecbûriyetindeyiz Cenâbı Hakk’ın bütün bu hususlarda mükemmel bir numûne olmak üzere beşeriyete armağan ettiği en büyük mürşidi kâmil; zarif, temiz, nezih ve örnek hayâtı ile Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’dir

Cenâbı Hak, Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’i insan topluluğu içinde acziyet bakımından en altta bulunan “yetim çocukluktan başlatarak, hayâtın bütün kademelerinden geçirip kudret ve salâhiyet bakımından en üst noktaya, yâni peygamberlik ve devlet reisliğine kadar yükseltmiştir Efendimiz’in ömrü boyunca yaşadığı devreler, insan hayâtındaki her türlü medcezir tecellîleri için pek çok ideal davranış örnekleri sergiler Bu sebeple O’nun hayâtı, hangi kademe ve vaziyette bulunurlarsa bulunsunlar bütün insanlara kendi iktidar ve istîdâtları nisbetinde taklit edebilecekleri fiilî, müşahhas ve mükemmel bir örnek teşkil etmiştir Yâni İslâm, her seviyedeki insanın rahatlıkla anlayabilmesi için, Allâh Rasûlü’nün mübârek hayâtında tatbîk sahasına konmuştur

Cenâbı Hakk’ın bu nihâyetsiz keremine mukâbil bizlere düşen vazîfe, rûhâniyet dolu bir gönülle, Âlemlerin Fahri Ebedîsi’nin mübârek ve nezih hayâtını, yâni Siyeri Nebî’yi en güzel şekilde öğrenmeye, yaşamaya ve öğretmeye gayret etmektir

Şunu da ifâde etmeliyiz ki, Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in bizlere yegâne rehber ve örnek olduğunu bilmek kadar, O’nu örnek alıştaki ölçümüzün nasıl olması gerektiğini bilmek de son derece mühim ve zarûrîdir Zîrâ O’nun hâl ve davranışları iki kategori teşkil eder:

Sâdece kendisine mahsus olanlar
Meselâ, nâdirattan değil de dâimî bir sûrette ayakları şişinceye kadar geceleri namazla geçirmesi, savmı visâl (iftarsız oruç) tutması, Uhud Dağı kadar altını olsa borcu için ayırdığı hâriç hepsini infâk etmesi, mîras bırakmaması, şahsı ve âilesi için zekât ve sadaka kabûl etmeyi kıyâmete kadar menetmesi gibi…

Bu sebeple:

“Ben de ancak sizin gibi bir beşerim… (Buhârî, Salât 31, Ahkâm 20) buyurdukları hâlde îcâb ettiğinde:

“Ben herhangi biriniz gibi değilim; ben Allâh tarafından yedirilir, içirilirim… buyurmuşlardır (Buhârî, Savm, 49; İ’tisâm, 5; Müslim, Sıyâm, 5761)

Mü’minler bu sahada O’nu izlemeye tâkat getiremez, O’nun maddî ve mânevî olarak yaptıklarını yapamaz, hâli ile hâllenemezler Peygamberlerde ümmetlerine örneklik esas olmakla berâber, bu tür husûsiyetleri, Allâh Rasûlü’nün şahsına münhasır olduğu için, ümmete örnekliğin dışında kalmaktadırlar

Herkese şâmil olanlar
Bizler, sâdece O’nun şahsına münhasır olan ulvî fazîletlerde O’nu örnek almakla mükellef değiliz Zaten böylesi yüksek hâl ve davranışlar, bir nevî yıldızlardaki ölçülerdir ve bu tip davranışlar sergilemeye tâkat getiremeyiz Ancak ikinci kısma giren hâl, davranış ve sözlerde ise, istîdâd ve gücümüz ölçüsünde bir ömür O’nu taklit ve tâkib edip O’nun nûrlu izinde yürümekten mes’ûl ve mükellefiz

Demek oluyor ki, Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem ictimâî kademeleşmenin her noktasındaki insanlar için beşeriyet îcap ve iktidârıyla îfâ ettiği ameller cihetiyle ideal bir örnektir Bunda bile bâzı davranışların sünnet, bâzı davranışların ise ruhsat olduğuna dikkat etmek lâzımdır Bu nükteyi kâmil mânâsıyla telâkkîde büyük bir dirâyet göstermiş olan milletimiz, her bir ferdine “Mehmetçik adını vererek, herkesi kendi kudret ve istîdâdı nisbetinde O’nun küçük bir modeli olmaya yönlendirmeyi arzulamıştır

Diğer taraftan Sîreti Nebevî, Kur’ânı Kerîm’i anlayıp maksatlarını kavrama ve onun rûhuna âşinâlık kesbetme noktasından da büyük bir ehemmiyeti hâizdir Zîrâ âyeti kerîmelerde:

?????? ???? ???????? ?????????? ????? ???????? ????????? ???? ?????????????? ????????? ????????? ???????

“Rûhi Emîn (Cebrâîl), o (Kur’ân’ı) uyaranlardan olman için apaçık bir Arap diliyle Sen’in kalbine indirmiştir (eşŞuarâ, 193195) buyrulmuş ve Kur’ânı Kerîm, sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yirmi üç senelik nebevî hayâtı ile fiilen mükemmel bir şekilde tefsîr edilmiştir Nitekim Hazreti Âişe vâlidemiz de; “O?nun ahlâkı Kur?ân idi buyurmuştur (Müslim, Müsâfirîn, 139) Bu sebeple bir müslümanın Peygamber Efendimiz’in hadîsi şerîflerini ve hayâtını güzel bir şekilde öğrenmeden Kur’ânı Kerîm’i lâyıkıyla anlayabilmesi mümkün değildir3

Ayrıca bir müslümanın İslâm kültürüne doğru bir şekilde vâkıf olabilmesi de, Fahri Kâinât sallâllâhu aleyhi ve sellem’in yirmi üç senelik nebevî hayâtından ilham alarak yaşayıp bunun netîcesinde duygu derinliğine ve kalbî kemâle ermesine bağlıdır Gönül âlemi, Allâh Rasûlü’nden gelen feyizle, yâni müsbet enerji ile dolmak sûretiyle kemâle erer Zîrâ İslâm prensip ve hükümlerinin en ince teferruâtına kadar sergilendiği yegâne canlı tablo, Varlık Nûru sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in nezih hayâtıdır

İnsanları, İslâm’ın huzur ve saâdet dolu hayat nizâmına dâvet eden tebliğci ve muallimlerin de, zihin ve kalp âhengi içinde tahsil edilecek bir siyer ilminden müstağnî kalmaları aslâ düşünülemez Zîrâ Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz; eğitim, öğretim ve teblîğ bakımından da en müşahhas ve mükemmel bir örnektir

Hâsılı, dürüst ve emin olmak isteyen bir genç, Allâh’a dâveti kendisine yol olarak seçip hikmet ve güzel öğütle teblîğde bulunan bir mübelliğ, devletini adâlet ve fazîletle idâre etmek isteyen bir devlet başkanı, güzel muâmelede örnek bir âile reisi, çocuklarına ve hanımına karşı şefkat ve merhameti elden bırakmayan bir baba, sevk ve idâreyi iyi bilen kâbiliyetli bir kumandan, kısaca; yaşı, kademesi ve seviyesi ne olursa olsun, her müslüman için en güzel ve şaşmaz zirve ölçüler, Siyeri Nebî’de sergilenmektedir4 Bu sebeple, İslâm’ı bütün yönleriyle anlayıp tatbîk edebilmek için, Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’in hayâtını güzel bir şekilde öğrenmek zarûrîdir

Şüphesiz ki, Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’in sîretini lâyıkıyla öğrenmek, öğretmek ve yaşamak, insanlığa mükemmel ve ideal bir hayat numûnesi bahşedecektir




1 Bkz etTevbe, 24

2 Diğer iki hususiyet de, “sevdiğini Allah için sevmek ve “Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmektir (Bkz Buhârî, Îman, 9, 14; Müslim, Îman, 67)

3 Sözle ifâde edilen hakîkatler, fiilî misâllerle takviye edilmezse tatbîkatta hatâya düşmekten kurtulunamaz Zîrâ mücerred şeyleri herkes kendi tecrübelerine ve idrâk seviyesine göre kavrar Müşahhas örnekler, o mücerred hakîkatin tatbîkatta alması lâzım gelen şekli münâkaşasız bir şekilde ortaya koyar Bu sebepledir ki, insanlığa hak ve hayır telkîn etmek maksadıyla vaz edilmiş bulunan bütün görüşler, fiilî ve müşahhas kıstaslara sâhip olmadıkları için, bunların tatbîkinde pek çok farklılıklar husûle gelmiştir İslâm düşüncesi bu yönden diğer hiçbir düşünceyle mukâyese edilemeyecek bir zenginlik ve mükemmelliğe sâhiptir Bunu sağlayan da, Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in bütün mücerred hakîkatleri, hayat ve davranışlarıyla müşahhaslaştırması ve bunların, sahâbîler tarafından bütünüyle ilk elden tespit edilip bizlere ulaştırılmış olmasıdır

4 Bu gerçeği, batılı bir mütefekkir, şu sözleriyle itiraf etmek mecbûriyetinde kalmıştır:

“Hiç kimse Hazreti Muhammed’in prensiplerinden daha ileri bir adım atamaz Avrupa’ya nasîb olan bütün başarılara rağmen Avrupalıların koymuş olduğu bütün kanun ve nizamlar, İslâm kültürüne göre eksiktir Biz Avrupa milletleri, medenî imkânlarımıza rağmen Hazreti Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merenin daha ilk basamağındayız Şüphe yok ki, hiç kimse bu yarışta O’nu geçemeyecektir Ve bu kitap (Kur’ân) da son derece pratik olduğundan ebediyyen tesirini kaybetmeyecek ve diğer milletleri etrâfında toplayacaktır (Johann Wolgang von Goethe)





Osman Nûri Topbaş


 

Similar threads

Peygamberimiz’in babası Hazreti Abdullâh, annesi Hazreti Âmine’dir O’nun mübârek soyu Hazreti İsmâîl’in oğlu Kayzar sülâlesinin en şereflisi olan Adnân’a kadar uzanır1 Peygamberimiz’in büyük dedesi olan Adnân, İsmâîl aleyhisselâm’ın soyundandır2 Adnân’ın oğlu Meadd’ın Îsâ aleyhisselâm’ın...
Cevaplar
0
Görüntüleme
110
Allâh Teâlâ için zaman ve mekân düşünülemez O, zaman ve mekân kayıtlarından münezzehtir1 Ezelde yalnız kendisi var olan ve var olmak için başka bir var ediciye muhtaç olmayan Cenâbı Hak, bilinmeyi ve bu bilinmenin îcâbı olarak ibâdetlerle tekrîm olunmayı murâd ettiğinden, “âlemi kesret (çokluk...
Cevaplar
0
Görüntüleme
130
Peygamber Efendimiz doğmadan önce birçok ilâhî tecellî zuhûr etmişti Bütün kâinât âdeta O’na hasret çekmekteydi Çünkü O, yaratılışın sebebi idi Evvelâ Allâh Teâlâ, daha önceki peygamberlerden, Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’e îmân edip yardımcı olmaları husûsunda ahd ve mîsâk almıştır...
Cevaplar
0
Görüntüleme
146
“Gel ey gönül! Hakîkî bayram, Cenâbı Muhammed’e vuslattır Çünkü cihânın aydınlığı, O mübârek varlığın cemâlinin nûrundandır (Hz Mevlânâ) Yaratılış olarak kâinattaki varlıkların en şereflisi olan insanın gerçek kıymeti, maddî yapısından ziyâde mânevî dünyâsında, yâni ahlâkında gizlidir...
Cevaplar
0
Görüntüleme
198
İslâm’ın doğuşunda Arap Yarımadası’nın beşik, yâni ilk zuhûr mekânı olarak seçilmesinin hikmetini anlayabilmek için öncelikle; Arapların İslâm’dan önceki hâllerini, mizaçlarını, yaşadıkları bölgenin coğrafî, siyâsî ve ictimâî husûsiyetlerini bilmek îcâb eder O zamanların iki süper devleti olan...
Cevaplar
0
Görüntüleme
119
858,505Konular
982,750Mesajlar
33,062Kullanıcılar
miko4267Son üye
Üst Alt