iltasyazilim
FD Üye
YOLDAKİ İŞARETLER’İN 1 “GİRİŞ BÖLÜMÜNÜN TERCÜMESİ:
Bugün insanlık, cehennemî bir çukurun kenarında duruyor 2… Başının üzerinde asılı duran yok oluş tehdidi yüzünden değil Bu tehdit, hastalığın kendisi değil, hastalığın belirtisidir Fakat asıl sebep, insanlığın ‘değerler’ dünyasında iflas etmiş olmasıdır Zaten, insan hayatının sağlam bir gelişmeyle gelişmesi ve sağlıklı bir ilerlemeyle ilerlemesi, o değerlerin gölgesinde mümkün olabilir Bu durum, Batı dünyasında apaçık bir şekilde ortaya çıkmıştır O Batı dünyası ki, yanında insanlığa verebileceği hiçbir ‘değer ölçüsü’ kalmamıştır Hatta, uyguladığı ‘demokratik düzenin’ iflasa benzer bir hale gelmesinden sonra, özvarlığını devam ettirmek için kendi vicdanını dahi ikna edebileceği bir şeyi kalmamıştır Öyle ki, Batı toplumu yavaş yavaş Doğu bloğunun düzenlerini ve özellikle de ‘Sosyalizm’ adı altında ‘ekonomik sistemlerini’ ödünç almaya ve iktibas etmeye başlamıştır
Doğu bloğunda da durum aynıdır Çünkü, başta ‘Marksizm’ olmak üzere bütün ‘Sosyalist Nazariyeler’ önceleri bir inanç damgası taşıması itibariyle gerek Doğu’da, gerekse Batı’da büyük bir kitleyi kendisine çekmesine rağmen, daha sonra düşünce planında açıkça geriye dönüş yaparak günümüzde neredeyse sistemin özünden hayli uzaklaşan bir devlet ve bu devletin kurumlarından ibaret bir hale gelmiştir Zaten, ‘Marksizm’ ve benzeri sistemler, genellikle insan fıtratının tabiatı ve gerekleriyle çatışır Bundan dolayı bu sistemler ancak sindirilmiş toplumlarda veya uzun zamanlar zorba rejimlere alışmış toplumlarda gelişebilir Tâ ki, bu çeşit toplumlarda iktisadi maddi başarısızlık görülmeye başladı Ekonomi, bu toplumların üzerine kurulduğu ve kendisiyle övündüğü bir yöndür Mesela, sosyalist sistemlerin zirvesini temsil eden Rusya’da, çarlar döneminde bile gelişen ‘tarım hayatı’ verimsizleşmiştir Rusya, buğday ve gıda maddelerini dışarıdan ithal etmektedir Ve yine Rusya, toplumsal arazilerin ve insan fıtratıyla çatışan düzenin başarısızlığı yüzünden bir miktar yiyecek elde etmek için yanındaki altınlarını satmaktadır
O halde, insanlığın yeni bir önderliğe ihtiyacı var!
Şüphesiz, Batı’lı adamın insanlık için önderliği son bulmak üzeredir Bu durumun nedeni, Batı medeniyetinin maddi yönden iflas etmesi veya iktisadi ve askeri güç bakımından zayıflaması değil Batı’lı adamın önderliğine imkân veren ‘değerler sistemine’ sahip olmaması nedeniyle, Batı sistemi devrini tamamlamıştır
Bugün, insanlığın ulaşmış olduğu maddi medeniyetin bekasını ve gelişmesini sağlayacak bir önderlik lazımdır Bu önderlik, Avrupa dehasının ulaştığı maddi kalkınma yolundan giderek, insanların tanıdığı sistemlere kıyasla ciddi, mükemmel ve yepyeni bir değer ölçüsüyle beslenmeli, müsbet, köklü ve aynı zamanda pratik bir metodla ortaya çıkmalıdır
Söz konusu ‘değerler sistemine’ ve metod’a sahip olan yegane sistem İslâm’dır
Artık ‘ilmi kalkınma’ devrini tamamlamıştır Bu devrin uyanışı, milâdi 16 Asırda ‘Kalkınma Çağı’ (Rönesans) ile başladı ve 18 ve 19 Asırlar arasında zirvesine ulaştı Artık yeni bir birikimi kalmamıştır
Tıpkı bunun gibi, o dönemde ortaya çıkan ‘Devletçilik’ ve ‘Irkçılık’ ve coğrafyaya dayanan bütün gruplaşma akımları o asırlarda devrini tamamlamıştır Onların da artık yeni bir birikimi kalmamıştır
Daha sonra, ferdiyetçi ve toplumsal sistemler işin sonunda başarısızlığa uğramıştı
Şüphesiz en zor, en şaşkın ve en huzursuz bir dönemde ‘İslâm’ ve ‘Ümmet’ devri gelmiştir artık Yeryüzündeki maddi gelişmeye engel olmayan İslâm’ın devri… Zira İslâm, Allah’ın insan oğlunu yeryüzünde ‘halifelikle’ görevlendirdiği andan itibaren maddi gelişme göstermeyi insanın ilk görevi arasında sayar Hatta maddi gelişme göstermeyi insan varlığının gayesini gerçekleştirmek için –özel şartlar altında Allah’a ibadet sayar
“Hani Rabbin meleklere: ‘Şüphesiz ki Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti (Bakara: 30)
“Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım (Zâriyât: 56)
Allah’ın İslâm ümmetini seçip ortaya çıkarmakla irade etiği amacın gerçekleşmesi için, İslâm ümmetinin devri gelmiştir artık
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz İyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve Allah’a iman edersiniz (Âli İmrân: 110)
“Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlara şâhidler olasınız ve Rasûl de size şâhid olsun diye… (Bakara: 143)
Fakat, İslâm bir toplumda temsil edilmedikçe, yani bir ümmet tarafından temsil edilmedikçe fonksiyonunu icrâ edemez Çünkü insanlık, özelikle bu zamanda yaşanan hayatta pratik ispatını görmedikçe mücerret (soyut) bir inanç sistemine kulak vermez Müslüman bir ümmetin varlığı uzun asırlardan beri yok kabul ediliyor Çünkü Müslüman ümmet, eskiden içerisinde İslâm’ın yaşandığı bir ‘toprak parçası’ olmadığı gibi, çağlardan bir çağ içerisinde ataları İslâm sistemi uyarınca yaşamış bir ‘kavim’ de değildir ‘Müslüman ümmet’; yaşam tarzları, düşünce yapıları, prensipleri, sosyal düzenleri, değer yargıları ve kriterleri bunların tamamı İslâm sisteminden kaynaklanan bir insan topluluğudur Söz konusu özellikleri taşıyan bu ümmet, yeryüzünün her tarafında Allah’ın şeriatıyla hükmetmenin sona erdiği günden beri ortadan kalkmıştır
Bundan dolayı, İslâm’ın bir kere daha insanlığa önderliğiyle beklenen fonksiyonu icrâ etmesi için, bu ümmetin varlığını yeniden sağlamak lazımdır
Ne İslâm’ın kendisi ve ne de İslâm’ın metoduyla ilgisi olmayan nesillerin kalıntıları, düşünce sistemlerinin kalıntıları, dış görünüş kalıntıları ve sosyal düzen kalıntıları tarafından örtülen bu ümmet için yeniden diriliş şarttır ‘İslâm âlemi’ (!!!) diye isimlendirilen böyle bir ümmetin var olduğu sanılmasına rağmen, ilk görev budur
Biliyorum ki, ‘yeniden dirilişe’ girişmekle ‘önderliği’ teslim alma devresi arasındaki mesafe uzaktır Çünkü ‘İslâm ümmet’ uzun yıllar, hem varlıklar dünyasından ve hem de gözle görülen dünyadan kaybolmuştur Uzun yıllar boyunca insanlığın önderliğini; başka fikri sistemler, başka milletler, başta dünya görüşleri ve başka hayat tarzları ellerinde tutmuştur Bu dönemde Avrupa dehası ‘ilim’, ‘kültür’, ‘sosyal sistem’ ve ‘maddi üretim’ alanında büyük bir birikim meydana getirmiştir Bu, insanlığın zirvesinde bulunduğu büyük bir birikimdir Günümüzde insanlık, ne bu birikimden ve ne de onu temsil edenden kolay kolay vazgeçmek ister! Özellikle ‘İslâm âlemi’ (!) diye isimlendirilen ve henüz bu özelliklerden mahrum olan milletler için, bu durumdan vazgeçmek mümkün değildir
Fakat, bütün bu değerlendirmelere rağmen, yeniden diriliş girişimi ile önderliği ele geçirme arasındaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun, İslâmi bir diriliş şarttır İslâmi dirilişe girişmek, vazgeçilmez ilk adımdır
Durumun tamamen bilincinde olmamız için, bu ümmetin önderliğe layık yeteneklerini kesin bir şekilde idrak etmemiz gerekir ki; yeniden dirilişe girişirken hangi unsurları göz önünde tutmamız gerektiği konusunda yanılgıya düşmeyelim
Şüphesiz ki, bu ümmet şu anda insanlığa maddi gelişme alanında herkesi önünde boyun eğdirecek ve bu açıdan evrensel önderliğini kabul ettirecek olağanüstü bir üstünlük takdim edecek güçte değildir Çünkü, Avrupa dehası onu bu alanda çok geride bırakmıştır En az birkaç asır boyunca Avrupa dehasına karşı bu ümmetten maddi üstünlük beklenemez!
O halde başka bir yetenek şarttır Şu anki medeniyetin kaybettiği bir yetenek!
Şüphesiz bu sözler, maddi gelişmeyi ihmal edeceğiz demek değildir Gücümüzü bu alana sarf etmemiz görevimizdir Fakat, içinde bulunduğumuz dönemde insanlığın önderliğine geçişimizi sağlayacak bir meziyet olduğu için değil, varoluşumuzun zaruri bir gereği olarak ona yönelmek zorundayız Aynı zamanda yeryüzünde halife olmak görevini insanın omuzlarına yükleyen ve insanın varoluş gayesini gerçekleştirdiği için maddi alanda gelişmeyi bazı şartlar altında Allah’a ibadet sayan ‘İslâm düşüncesinin’ bize zorunlu kıldığı bir görev olması vasfıyla da maddi gelişmeye önem vermeliyiz
O halde, insanlığa önder olabilmek için maddi gelişmelerin dışında başka bir meziyet gerekir Bu meziyet, fıtratın ihtiyaçları ile birlikte maddi gelişmeleri de karşılayabilecek bir düşünce sisteminin gözetimi altında, insanlığa dâhiyane maddi gelişmelerin sonuçlarını koruma imkânı veren ‘akide’ ve ‘metod’dan başka bir şey olamaz Söz konusu bu akide ve metod’un bir insan kitlesinde yani Müslüman bir toplumda temsil edilmesi gerekir
Şüphesiz ki, bugün bütün dünya; hayatın temel prensiplerinin ve düzenlerinin kendisinden kaynaklandığı esas açısından bir câhiliye dönemini yaşamaktadır Öyle bir câhiliye dönemi ki, şu muazzam maddi imkânlar ve mükemmel maddi gelişmeler onun zulmünden hiçbir şeyi hafifletmeye yetmiyor!
Bu câhiliye, Allah’ın yeryüzündeki (otoritesine) ve ulûhiyetin en belirgin özeliklerinden birisi olan ‘hâkimiyet ilkesine’ tecâvüz esasına dayanır Bu câhiliye sistemi, hâkimiyeti insanlara dayandırarak, insanları birbirlerinin rabbleri konumuna getirmektedir Fakat bunu, ilk câhiliye sistemlerinde bilindiği gibi, ilkel ve basit şekilde yapmıyor Günümüzde câhiliye sistemleri bunu, hayat için Allah’ın belirlediği metod’dan ayrı ve Allah’ın izin vermediği konularda kavramlar, değer yargıları, kanunlar, prensipler, sistemler ve uygulamalar vazetme hakkını kendileri için iddia ederek gerçekleştirmektedir Allah’ın otoritesine karşı girişilen bu tecâvüzden, Allah’ın kullarına saldırı ve tecâvüz doğuyor Sosyalist sistemlerde genellikle insanın aşağılanması, Kapitalist sistemlerde ise, sermayenin baskısı ile fertlerin ve Emperyalizm (sömürgecilik)’in baskısı ile de milletlerin zulme maruz kalması, Allah’ın hâkimiyetine tecâvüz etmenin ve Allah’ın insan için belirlediği değeri inkâr etmenin neticesinden başka bir şey değildir!
Bu noktada İslâm’ın takip ettiği metod (diğer bütün beşeri sistemlerden) ayrılır Çünkü, İslâm sistemi dışındaki bütün sistemlerde çeşitli şekillerde insanlar birbirlerine kulluk ederler Sadece İslâm’ın takip ettiği metod’da, tek Allah’a kulluk ederek, tek Allah’ın emirlerine uyarak ve sadece Allah’ın huzurunda boyun eğerek, bütün insanlar birbirlerine kulluk etmekten kurtulurlar
İşte yolların ayrılış noktası Ve işte bizim insanlığa sunabileceğimiz yepyeni bir düşünce sistemi Bu sistem ve bu sistemden kaynaklanan bir çok derin, pratik hayat sonuçları, (bizim sahip olduğumuz) insanlığın sahip olmadığı bir hazinedir Çünkü bu sistem, Batı medeniyetinin ve doğusu ile batısı ile Avrupa dehasının ‘bir ürünü’ değildir
Bizler –hiç şüphesiz insanlığın tanımadığı ve ‘üretemeyeceği’ mükemmel, ciddi ve yepyeni bir değere sahip bulunuyoruz!
Fakat bu yepyeni değer, daha önce de ifade ettiğimiz gibi pratik bir hayatta temsil edilmeli ve onu bir ümmet yaşamalıdır Bu yepyeni değer, Müslümanların yaşadığı toprak parçasında, yeniden diriliş hamlesini gerektirmektedir –Uzak veya yakın bir zaman sonra yeniden diriliş merhalesini, insanlığın önderliğini ele geçirme merhalesi takip edecektir
O halde, İslâmi diriliş hamlesi nasıl başlayacaktır?
Şüphesiz ki, bu hamleyi gerçekleştirmeye kesin bir şekilde karar vermiş ve bu yolda yürüyen öncü bir cemaat gerekir Bu öncü cemaat, yeryüzünün her tarafında yaygın olan câhiliye akımı karşısında ilerleyecektir Bu yolculuk esnasında, bir yandan bir nevi uzleti icrâ ederken, diğer taraftan da çevresini kuşatmış olan câhiliye ile belirli bir ilişkiyi icrâ etmeye devam edecektir
Böyle bir azimle yola girmeye kesin bir şekilde karar vermiş söz konusu öncü cemaat için; icrâ edeceği fonksiyonunun tabiatını, görevinin hakikatini, hedefinin belkemiğini, uzun yolculuktaki başlangıç noktasını ve yeryüzünün her tarafında yaygın olan câhiliye karşısındaki takınacağı tavrın ne olduğunu kendisinden öğreneceği bir takım “Yoldaki İşaretler 3 lazımdır
Bu öncü cemaat, insanlarla hangi noktalarda birleşip, hangi noktalarda ayrılacak? Kendisinin temel özellikleri ile çevresini kuşatmış olan câhiliyenin temel özellikleri nelerdir? Câhiliye ehline İslâm diliyle nasıl ve hangi konularında hitap edecektir? Ayrıca bu öncü cemaat, bütün bu konularda hangi kaynaktan ve nasıl bilgi alacağını da bilmelidir
Söz konusu işaretler, akidenin ilk kaynağı olan Kur’an’a, Kur’an’ın temel prensiplerine ve bir dönem Allah’ın yeryüzünde yapılmasını murad ettiği şeylere vasıta olarak, bir defa tarihin seyir çizgisini Allah’ın yönelmesini dilediği tarafa çeviren o seçkin ve tertemiz vicdanlarda Kur’an’ın meydana getirdiği düşünce sistemine dayanmalıdır
İşte “Yoldaki İşaretleri özlenen ve hasretle beklenen bu öncü cemaat için yazdım Bu kitabın dört bölümü, kitabın konusuna uygun değişiklik ve ilavelerle “Fi Zılâl’il Kur’an adlı eserimden alınmıştır 4
“Giriş bölümü dışındaki sekiz bölümde, Kur’anı Kerim’de temsil edilen Rabbâni metodla ilgili aralıksız incelemelerimin verdiği duygularla değişik zamanlarda kaleme alınmıştır Bu bölümler ayrı ayrı olmalarına rağmen, onları bir araya getiren ortak özellik, her yolun işaretlerindeki özellik gibi; yoldaki işaretler olmalarıdır Bu bölümler “işaretlerin ilk derlemesini temsil etmektedir Allah bana bu yolun işaretlerini gösterdikçe, bunu bir veya birkaç derlemenin takip edeceğini ümid ediyorum!
Ve şüphesiz, başarı Allah’ın yardımı iledir
Eserin Orijinal İsmi: ????? ?? ?????? “Meâlimu Fi’t Tarîk
Yazarı: Merhûm Şehid Seyyid Kutub
Tercüme Eden: Yusuf Semmak
Tercüme Tarihi: 1999
Dipnotlar:
1 İslâm Şehidi, Kur’an Hafızı, Kur’an Müfessiri ve Eylem Eri olan Prof Dr Merhûm Seyyid Kutub’un bu eserini 17Temmuz1999Cumartesi gününden itibaren (metni ve şerhi ile birlikte) okumaya başlayıp, birkaç ay içerisinde –Allah’ın izniyle tamamladım Bu mütalaadan sonra da tercüme ettim (Mütercim)
2 Seyyid Kutub bu eserine çok dikkat çekici ve bir o kadar da ürpertici bir cümleyle başlamıştır:
??? ???????? ????? ??? ???? ???????
“Bugün insanlık, cehennemî bir çukurun kenarında duruyor Bu eser, 1965’de yayınlanmıştır ama bu tarihi bilmesek bile, “bugün ifadesiyle hangi dönemin kastedildiğini anlamak o kadar da zor değildir Çünkü –eserin genel açıklamalarından da anlaşılacağı gibi bu satırların müellifi, “bugün ifadesiyle câhiliye düzenlerinin yürürlükte olduğu tüm çağları kastetmektedir “Cehennemî bir çukur diye tercüme ettiğimiz ???? ??????? kelimesinde de Kâria Sûresindeki ayetten esinlenmiştir
Bu terkibin lügat anlamı “çukurun kenarı demektir “Hâviye ise Kur’anî bir kavram olup, cehennemin isimlerinden birisidir Bu nedenle biz de, müellifin aklında ve duygusunda var olan manayı tercümeye yansıttık
Seyyid Kutub için esin kaynağı olan o ayetleri hatırlayalım:
“Fakat kimin de tartıları hafif gelirse, artık onun anası (sığınağı) Hâviye’dir Onun ne olduğunu sana bildiren nedir? O (hâviye), kızgın bir ateştir (Kâria: 811)
Bu satırlar ile, insanın yaratılış amacına dikkat çekilerek câhilî bir hayat yaşayan ve câhiliyenin düzenleriyle barışık olan kimseler cehennem azabıyla korkutulmaktadır Bu gibi kimseler, kaypak bir zemin üzerinde bulunmakta ve temelsiz iddiaları savunmaktadırlar Ancak onlar farkına varmasalar da korkunç bir uçurumun kenarında huzur ve mutluluk aramaktadırlar Bu hal üzere sonuçlanan bir yaşantının sonunda çok alevli bir cehennem ateşi (hâviye) onları beklemektedir (Mütercim)
3 Dünyanın her noktasına yönlendirici işaretlerin konulduğu bu yirmi birinci yüzyılda insan, dosdoğru yolu gösteren işaretleri nereden alacağına dikkat etmelidir
Özellikle internetin de yaygınlaşmasıyla dünyanın küreselleştiği bu iletişim çağında Yazılı, görsel ve işitsel medyanın pek çoğu, şu an yığınları kıskacına alıp onlara Batı medeniyetinin ahlak ve yaşam tarzını empoze etmektedir Peki, Allah’ın yolunun işaretlerini nereden öğreneceğiz? Allah’ın razı olduğu ve sonunda cennet verdiği yol hangisidir?
Câhiliyyenin bütün ihtişamıyla hüküm sürdüğü bu dönemde Müslümanlar, dış dünyaya kapılarını kapatmadan Kur’an’a sımsıkı sarılıp onu anlamaya çalışmalıdır Bu noktada Kur’an’da bahsi geçen peygamberlerin davet konusundaki mücadelelerinin çok iyi etüd edilmesi ve anlaşılması gerekmektedir Hassaten, yaşayan Kur’an olan Hz Peygamberin Sünneti ve Selefi Sâlihîn’in hayatları Müslümanlarca hayatın ilk gündem maddelerinden birisi olmalıdır
Rasûlullah’ın boyuposu, güzelliği, kokusu ve şeceresinden ziyade onun ahlakı nasıldı? Nasıl bir hayat yaşadı? Kulluğunu nasıl icrâ etti? Ne tür eziyetlerle karşılaştı? Bir aile reisi, bir baba, bir öğretmen, bir devlet reisi, savaşta bir komutan olarak nasıl bir miras bıraktı bizlere? Sosyal ilişki anlayışı nasıldı? Nasıl ticaret yapardı? İşte bunlar aklımızı meşgul etmelidir
Ayrıca sahabe, tabiîn, tebei tabiîn pratik yaşantılarıyla bizim için birer ilim ummanıdırlar Susuzluğumuzu onların eserlerinden gidermeliyiz
Her asırda selefin izinde olan, müctehid alimler de İslâm’a sokulmaya çalışılan bozuk inanç ve hurafelerden dini tecdîd eder (temizleryeniler), Müslümanların karşılaştıkları yeni problemler için de ictihad ederek çözümler üretirler
Allah, peygamber mirasçıları olan alimlerden razı olsun, onlara sevgimiz sebebiyle şefaatlerine layık kılsın İslam ulemâsının hayatımızdaki önemini anlama şuurunu da hepimize kazandırsın
Bir dönem “Lâ İlâhe İllallah, Muhammedun Rasûlullah inancını hayatlarının ekseni yaparak, her hususta Allah ve Rasûlünü söz sahibi kabul ettikleri için, öncü ve örnek bir ümmet olan sahabe nesli; bizlere göz kamaştırıcı güzellikte örnek bir çağ miras bıraktılar Onlar, kalkınma ve çağ atlamayı zamanlarının süper güçleri olan Hristiyan Bizans Devletine yada Mecûsi (ateşperest) Sa’sani Devletine itaat etmek olarak görmediler “Hızla değişen dünya düzeninde bu güçlü siyasi ve ekonomik bloklardan birisinin tarafında olmalıyız; yoksa bertaraf oluruz diye düşünmediler! Çünkü, yalnızca maddi bakımdan ilerleyip, Allah ve ahiret inancını arkalarına atan bir toplulukta örnek alınacak bir yön olmadığını o kutlu insanlar çok iyi biliyorlardı Onlar, fert olarak değil, bütün bir toplum olarak; hayatlarında karşılaştıkları ve karşılaşabilecekleri her hususta “Allahu ve Rasûluhu A’lem (Allah ve Rasûlü en iyi bilendir) sözünü, değişmez ilke saymışlardı
Biz de hangi çağda olursak olalım, teknoloji ve bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin; gerek kitaplı, ne gerekse kitapsız küfür ehlinin kültürel ve toplumsal yaşam standartları bizi asla cezbetmemelidir
Teknolojik veya ekonomik açıdan hayli ilerlemiş olan Batı yada Doğu bloğu olan ülkelerin sadece bilim ve tekniğine talip olmalıyız Bilinmeli ki, Tevhid akidesi temeline dayanmayan hiçbir ilerleme köklü ve kalıcı değildir (Mütercim)
4 “Kur’an metodunun özelliği, “İslâmi düşünce sistemi ve kültür, “Allah yolunda cihâd, “Müslüman toplumun doğuşu ve özellikleri
Bugün insanlık, cehennemî bir çukurun kenarında duruyor 2… Başının üzerinde asılı duran yok oluş tehdidi yüzünden değil Bu tehdit, hastalığın kendisi değil, hastalığın belirtisidir Fakat asıl sebep, insanlığın ‘değerler’ dünyasında iflas etmiş olmasıdır Zaten, insan hayatının sağlam bir gelişmeyle gelişmesi ve sağlıklı bir ilerlemeyle ilerlemesi, o değerlerin gölgesinde mümkün olabilir Bu durum, Batı dünyasında apaçık bir şekilde ortaya çıkmıştır O Batı dünyası ki, yanında insanlığa verebileceği hiçbir ‘değer ölçüsü’ kalmamıştır Hatta, uyguladığı ‘demokratik düzenin’ iflasa benzer bir hale gelmesinden sonra, özvarlığını devam ettirmek için kendi vicdanını dahi ikna edebileceği bir şeyi kalmamıştır Öyle ki, Batı toplumu yavaş yavaş Doğu bloğunun düzenlerini ve özellikle de ‘Sosyalizm’ adı altında ‘ekonomik sistemlerini’ ödünç almaya ve iktibas etmeye başlamıştır
Doğu bloğunda da durum aynıdır Çünkü, başta ‘Marksizm’ olmak üzere bütün ‘Sosyalist Nazariyeler’ önceleri bir inanç damgası taşıması itibariyle gerek Doğu’da, gerekse Batı’da büyük bir kitleyi kendisine çekmesine rağmen, daha sonra düşünce planında açıkça geriye dönüş yaparak günümüzde neredeyse sistemin özünden hayli uzaklaşan bir devlet ve bu devletin kurumlarından ibaret bir hale gelmiştir Zaten, ‘Marksizm’ ve benzeri sistemler, genellikle insan fıtratının tabiatı ve gerekleriyle çatışır Bundan dolayı bu sistemler ancak sindirilmiş toplumlarda veya uzun zamanlar zorba rejimlere alışmış toplumlarda gelişebilir Tâ ki, bu çeşit toplumlarda iktisadi maddi başarısızlık görülmeye başladı Ekonomi, bu toplumların üzerine kurulduğu ve kendisiyle övündüğü bir yöndür Mesela, sosyalist sistemlerin zirvesini temsil eden Rusya’da, çarlar döneminde bile gelişen ‘tarım hayatı’ verimsizleşmiştir Rusya, buğday ve gıda maddelerini dışarıdan ithal etmektedir Ve yine Rusya, toplumsal arazilerin ve insan fıtratıyla çatışan düzenin başarısızlığı yüzünden bir miktar yiyecek elde etmek için yanındaki altınlarını satmaktadır
O halde, insanlığın yeni bir önderliğe ihtiyacı var!
Şüphesiz, Batı’lı adamın insanlık için önderliği son bulmak üzeredir Bu durumun nedeni, Batı medeniyetinin maddi yönden iflas etmesi veya iktisadi ve askeri güç bakımından zayıflaması değil Batı’lı adamın önderliğine imkân veren ‘değerler sistemine’ sahip olmaması nedeniyle, Batı sistemi devrini tamamlamıştır
Bugün, insanlığın ulaşmış olduğu maddi medeniyetin bekasını ve gelişmesini sağlayacak bir önderlik lazımdır Bu önderlik, Avrupa dehasının ulaştığı maddi kalkınma yolundan giderek, insanların tanıdığı sistemlere kıyasla ciddi, mükemmel ve yepyeni bir değer ölçüsüyle beslenmeli, müsbet, köklü ve aynı zamanda pratik bir metodla ortaya çıkmalıdır
Söz konusu ‘değerler sistemine’ ve metod’a sahip olan yegane sistem İslâm’dır
Artık ‘ilmi kalkınma’ devrini tamamlamıştır Bu devrin uyanışı, milâdi 16 Asırda ‘Kalkınma Çağı’ (Rönesans) ile başladı ve 18 ve 19 Asırlar arasında zirvesine ulaştı Artık yeni bir birikimi kalmamıştır
Tıpkı bunun gibi, o dönemde ortaya çıkan ‘Devletçilik’ ve ‘Irkçılık’ ve coğrafyaya dayanan bütün gruplaşma akımları o asırlarda devrini tamamlamıştır Onların da artık yeni bir birikimi kalmamıştır
Daha sonra, ferdiyetçi ve toplumsal sistemler işin sonunda başarısızlığa uğramıştı
Şüphesiz en zor, en şaşkın ve en huzursuz bir dönemde ‘İslâm’ ve ‘Ümmet’ devri gelmiştir artık Yeryüzündeki maddi gelişmeye engel olmayan İslâm’ın devri… Zira İslâm, Allah’ın insan oğlunu yeryüzünde ‘halifelikle’ görevlendirdiği andan itibaren maddi gelişme göstermeyi insanın ilk görevi arasında sayar Hatta maddi gelişme göstermeyi insan varlığının gayesini gerçekleştirmek için –özel şartlar altında Allah’a ibadet sayar
“Hani Rabbin meleklere: ‘Şüphesiz ki Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti (Bakara: 30)
“Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım (Zâriyât: 56)
Allah’ın İslâm ümmetini seçip ortaya çıkarmakla irade etiği amacın gerçekleşmesi için, İslâm ümmetinin devri gelmiştir artık
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz İyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve Allah’a iman edersiniz (Âli İmrân: 110)
“Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlara şâhidler olasınız ve Rasûl de size şâhid olsun diye… (Bakara: 143)
Fakat, İslâm bir toplumda temsil edilmedikçe, yani bir ümmet tarafından temsil edilmedikçe fonksiyonunu icrâ edemez Çünkü insanlık, özelikle bu zamanda yaşanan hayatta pratik ispatını görmedikçe mücerret (soyut) bir inanç sistemine kulak vermez Müslüman bir ümmetin varlığı uzun asırlardan beri yok kabul ediliyor Çünkü Müslüman ümmet, eskiden içerisinde İslâm’ın yaşandığı bir ‘toprak parçası’ olmadığı gibi, çağlardan bir çağ içerisinde ataları İslâm sistemi uyarınca yaşamış bir ‘kavim’ de değildir ‘Müslüman ümmet’; yaşam tarzları, düşünce yapıları, prensipleri, sosyal düzenleri, değer yargıları ve kriterleri bunların tamamı İslâm sisteminden kaynaklanan bir insan topluluğudur Söz konusu özellikleri taşıyan bu ümmet, yeryüzünün her tarafında Allah’ın şeriatıyla hükmetmenin sona erdiği günden beri ortadan kalkmıştır
Bundan dolayı, İslâm’ın bir kere daha insanlığa önderliğiyle beklenen fonksiyonu icrâ etmesi için, bu ümmetin varlığını yeniden sağlamak lazımdır
Ne İslâm’ın kendisi ve ne de İslâm’ın metoduyla ilgisi olmayan nesillerin kalıntıları, düşünce sistemlerinin kalıntıları, dış görünüş kalıntıları ve sosyal düzen kalıntıları tarafından örtülen bu ümmet için yeniden diriliş şarttır ‘İslâm âlemi’ (!!!) diye isimlendirilen böyle bir ümmetin var olduğu sanılmasına rağmen, ilk görev budur
Biliyorum ki, ‘yeniden dirilişe’ girişmekle ‘önderliği’ teslim alma devresi arasındaki mesafe uzaktır Çünkü ‘İslâm ümmet’ uzun yıllar, hem varlıklar dünyasından ve hem de gözle görülen dünyadan kaybolmuştur Uzun yıllar boyunca insanlığın önderliğini; başka fikri sistemler, başka milletler, başta dünya görüşleri ve başka hayat tarzları ellerinde tutmuştur Bu dönemde Avrupa dehası ‘ilim’, ‘kültür’, ‘sosyal sistem’ ve ‘maddi üretim’ alanında büyük bir birikim meydana getirmiştir Bu, insanlığın zirvesinde bulunduğu büyük bir birikimdir Günümüzde insanlık, ne bu birikimden ve ne de onu temsil edenden kolay kolay vazgeçmek ister! Özellikle ‘İslâm âlemi’ (!) diye isimlendirilen ve henüz bu özelliklerden mahrum olan milletler için, bu durumdan vazgeçmek mümkün değildir
Fakat, bütün bu değerlendirmelere rağmen, yeniden diriliş girişimi ile önderliği ele geçirme arasındaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun, İslâmi bir diriliş şarttır İslâmi dirilişe girişmek, vazgeçilmez ilk adımdır
Durumun tamamen bilincinde olmamız için, bu ümmetin önderliğe layık yeteneklerini kesin bir şekilde idrak etmemiz gerekir ki; yeniden dirilişe girişirken hangi unsurları göz önünde tutmamız gerektiği konusunda yanılgıya düşmeyelim
Şüphesiz ki, bu ümmet şu anda insanlığa maddi gelişme alanında herkesi önünde boyun eğdirecek ve bu açıdan evrensel önderliğini kabul ettirecek olağanüstü bir üstünlük takdim edecek güçte değildir Çünkü, Avrupa dehası onu bu alanda çok geride bırakmıştır En az birkaç asır boyunca Avrupa dehasına karşı bu ümmetten maddi üstünlük beklenemez!
O halde başka bir yetenek şarttır Şu anki medeniyetin kaybettiği bir yetenek!
Şüphesiz bu sözler, maddi gelişmeyi ihmal edeceğiz demek değildir Gücümüzü bu alana sarf etmemiz görevimizdir Fakat, içinde bulunduğumuz dönemde insanlığın önderliğine geçişimizi sağlayacak bir meziyet olduğu için değil, varoluşumuzun zaruri bir gereği olarak ona yönelmek zorundayız Aynı zamanda yeryüzünde halife olmak görevini insanın omuzlarına yükleyen ve insanın varoluş gayesini gerçekleştirdiği için maddi alanda gelişmeyi bazı şartlar altında Allah’a ibadet sayan ‘İslâm düşüncesinin’ bize zorunlu kıldığı bir görev olması vasfıyla da maddi gelişmeye önem vermeliyiz
O halde, insanlığa önder olabilmek için maddi gelişmelerin dışında başka bir meziyet gerekir Bu meziyet, fıtratın ihtiyaçları ile birlikte maddi gelişmeleri de karşılayabilecek bir düşünce sisteminin gözetimi altında, insanlığa dâhiyane maddi gelişmelerin sonuçlarını koruma imkânı veren ‘akide’ ve ‘metod’dan başka bir şey olamaz Söz konusu bu akide ve metod’un bir insan kitlesinde yani Müslüman bir toplumda temsil edilmesi gerekir
Şüphesiz ki, bugün bütün dünya; hayatın temel prensiplerinin ve düzenlerinin kendisinden kaynaklandığı esas açısından bir câhiliye dönemini yaşamaktadır Öyle bir câhiliye dönemi ki, şu muazzam maddi imkânlar ve mükemmel maddi gelişmeler onun zulmünden hiçbir şeyi hafifletmeye yetmiyor!
Bu câhiliye, Allah’ın yeryüzündeki (otoritesine) ve ulûhiyetin en belirgin özeliklerinden birisi olan ‘hâkimiyet ilkesine’ tecâvüz esasına dayanır Bu câhiliye sistemi, hâkimiyeti insanlara dayandırarak, insanları birbirlerinin rabbleri konumuna getirmektedir Fakat bunu, ilk câhiliye sistemlerinde bilindiği gibi, ilkel ve basit şekilde yapmıyor Günümüzde câhiliye sistemleri bunu, hayat için Allah’ın belirlediği metod’dan ayrı ve Allah’ın izin vermediği konularda kavramlar, değer yargıları, kanunlar, prensipler, sistemler ve uygulamalar vazetme hakkını kendileri için iddia ederek gerçekleştirmektedir Allah’ın otoritesine karşı girişilen bu tecâvüzden, Allah’ın kullarına saldırı ve tecâvüz doğuyor Sosyalist sistemlerde genellikle insanın aşağılanması, Kapitalist sistemlerde ise, sermayenin baskısı ile fertlerin ve Emperyalizm (sömürgecilik)’in baskısı ile de milletlerin zulme maruz kalması, Allah’ın hâkimiyetine tecâvüz etmenin ve Allah’ın insan için belirlediği değeri inkâr etmenin neticesinden başka bir şey değildir!
Bu noktada İslâm’ın takip ettiği metod (diğer bütün beşeri sistemlerden) ayrılır Çünkü, İslâm sistemi dışındaki bütün sistemlerde çeşitli şekillerde insanlar birbirlerine kulluk ederler Sadece İslâm’ın takip ettiği metod’da, tek Allah’a kulluk ederek, tek Allah’ın emirlerine uyarak ve sadece Allah’ın huzurunda boyun eğerek, bütün insanlar birbirlerine kulluk etmekten kurtulurlar
İşte yolların ayrılış noktası Ve işte bizim insanlığa sunabileceğimiz yepyeni bir düşünce sistemi Bu sistem ve bu sistemden kaynaklanan bir çok derin, pratik hayat sonuçları, (bizim sahip olduğumuz) insanlığın sahip olmadığı bir hazinedir Çünkü bu sistem, Batı medeniyetinin ve doğusu ile batısı ile Avrupa dehasının ‘bir ürünü’ değildir
Bizler –hiç şüphesiz insanlığın tanımadığı ve ‘üretemeyeceği’ mükemmel, ciddi ve yepyeni bir değere sahip bulunuyoruz!
Fakat bu yepyeni değer, daha önce de ifade ettiğimiz gibi pratik bir hayatta temsil edilmeli ve onu bir ümmet yaşamalıdır Bu yepyeni değer, Müslümanların yaşadığı toprak parçasında, yeniden diriliş hamlesini gerektirmektedir –Uzak veya yakın bir zaman sonra yeniden diriliş merhalesini, insanlığın önderliğini ele geçirme merhalesi takip edecektir
O halde, İslâmi diriliş hamlesi nasıl başlayacaktır?
Şüphesiz ki, bu hamleyi gerçekleştirmeye kesin bir şekilde karar vermiş ve bu yolda yürüyen öncü bir cemaat gerekir Bu öncü cemaat, yeryüzünün her tarafında yaygın olan câhiliye akımı karşısında ilerleyecektir Bu yolculuk esnasında, bir yandan bir nevi uzleti icrâ ederken, diğer taraftan da çevresini kuşatmış olan câhiliye ile belirli bir ilişkiyi icrâ etmeye devam edecektir
Böyle bir azimle yola girmeye kesin bir şekilde karar vermiş söz konusu öncü cemaat için; icrâ edeceği fonksiyonunun tabiatını, görevinin hakikatini, hedefinin belkemiğini, uzun yolculuktaki başlangıç noktasını ve yeryüzünün her tarafında yaygın olan câhiliye karşısındaki takınacağı tavrın ne olduğunu kendisinden öğreneceği bir takım “Yoldaki İşaretler 3 lazımdır
Bu öncü cemaat, insanlarla hangi noktalarda birleşip, hangi noktalarda ayrılacak? Kendisinin temel özellikleri ile çevresini kuşatmış olan câhiliyenin temel özellikleri nelerdir? Câhiliye ehline İslâm diliyle nasıl ve hangi konularında hitap edecektir? Ayrıca bu öncü cemaat, bütün bu konularda hangi kaynaktan ve nasıl bilgi alacağını da bilmelidir
Söz konusu işaretler, akidenin ilk kaynağı olan Kur’an’a, Kur’an’ın temel prensiplerine ve bir dönem Allah’ın yeryüzünde yapılmasını murad ettiği şeylere vasıta olarak, bir defa tarihin seyir çizgisini Allah’ın yönelmesini dilediği tarafa çeviren o seçkin ve tertemiz vicdanlarda Kur’an’ın meydana getirdiği düşünce sistemine dayanmalıdır
İşte “Yoldaki İşaretleri özlenen ve hasretle beklenen bu öncü cemaat için yazdım Bu kitabın dört bölümü, kitabın konusuna uygun değişiklik ve ilavelerle “Fi Zılâl’il Kur’an adlı eserimden alınmıştır 4
“Giriş bölümü dışındaki sekiz bölümde, Kur’anı Kerim’de temsil edilen Rabbâni metodla ilgili aralıksız incelemelerimin verdiği duygularla değişik zamanlarda kaleme alınmıştır Bu bölümler ayrı ayrı olmalarına rağmen, onları bir araya getiren ortak özellik, her yolun işaretlerindeki özellik gibi; yoldaki işaretler olmalarıdır Bu bölümler “işaretlerin ilk derlemesini temsil etmektedir Allah bana bu yolun işaretlerini gösterdikçe, bunu bir veya birkaç derlemenin takip edeceğini ümid ediyorum!
Ve şüphesiz, başarı Allah’ın yardımı iledir
Eserin Orijinal İsmi: ????? ?? ?????? “Meâlimu Fi’t Tarîk
Yazarı: Merhûm Şehid Seyyid Kutub
Tercüme Eden: Yusuf Semmak
Tercüme Tarihi: 1999
Dipnotlar:
1 İslâm Şehidi, Kur’an Hafızı, Kur’an Müfessiri ve Eylem Eri olan Prof Dr Merhûm Seyyid Kutub’un bu eserini 17Temmuz1999Cumartesi gününden itibaren (metni ve şerhi ile birlikte) okumaya başlayıp, birkaç ay içerisinde –Allah’ın izniyle tamamladım Bu mütalaadan sonra da tercüme ettim (Mütercim)
2 Seyyid Kutub bu eserine çok dikkat çekici ve bir o kadar da ürpertici bir cümleyle başlamıştır:
??? ???????? ????? ??? ???? ???????
“Bugün insanlık, cehennemî bir çukurun kenarında duruyor Bu eser, 1965’de yayınlanmıştır ama bu tarihi bilmesek bile, “bugün ifadesiyle hangi dönemin kastedildiğini anlamak o kadar da zor değildir Çünkü –eserin genel açıklamalarından da anlaşılacağı gibi bu satırların müellifi, “bugün ifadesiyle câhiliye düzenlerinin yürürlükte olduğu tüm çağları kastetmektedir “Cehennemî bir çukur diye tercüme ettiğimiz ???? ??????? kelimesinde de Kâria Sûresindeki ayetten esinlenmiştir
Bu terkibin lügat anlamı “çukurun kenarı demektir “Hâviye ise Kur’anî bir kavram olup, cehennemin isimlerinden birisidir Bu nedenle biz de, müellifin aklında ve duygusunda var olan manayı tercümeye yansıttık
Seyyid Kutub için esin kaynağı olan o ayetleri hatırlayalım:
“Fakat kimin de tartıları hafif gelirse, artık onun anası (sığınağı) Hâviye’dir Onun ne olduğunu sana bildiren nedir? O (hâviye), kızgın bir ateştir (Kâria: 811)
Bu satırlar ile, insanın yaratılış amacına dikkat çekilerek câhilî bir hayat yaşayan ve câhiliyenin düzenleriyle barışık olan kimseler cehennem azabıyla korkutulmaktadır Bu gibi kimseler, kaypak bir zemin üzerinde bulunmakta ve temelsiz iddiaları savunmaktadırlar Ancak onlar farkına varmasalar da korkunç bir uçurumun kenarında huzur ve mutluluk aramaktadırlar Bu hal üzere sonuçlanan bir yaşantının sonunda çok alevli bir cehennem ateşi (hâviye) onları beklemektedir (Mütercim)
3 Dünyanın her noktasına yönlendirici işaretlerin konulduğu bu yirmi birinci yüzyılda insan, dosdoğru yolu gösteren işaretleri nereden alacağına dikkat etmelidir
Özellikle internetin de yaygınlaşmasıyla dünyanın küreselleştiği bu iletişim çağında Yazılı, görsel ve işitsel medyanın pek çoğu, şu an yığınları kıskacına alıp onlara Batı medeniyetinin ahlak ve yaşam tarzını empoze etmektedir Peki, Allah’ın yolunun işaretlerini nereden öğreneceğiz? Allah’ın razı olduğu ve sonunda cennet verdiği yol hangisidir?
Câhiliyyenin bütün ihtişamıyla hüküm sürdüğü bu dönemde Müslümanlar, dış dünyaya kapılarını kapatmadan Kur’an’a sımsıkı sarılıp onu anlamaya çalışmalıdır Bu noktada Kur’an’da bahsi geçen peygamberlerin davet konusundaki mücadelelerinin çok iyi etüd edilmesi ve anlaşılması gerekmektedir Hassaten, yaşayan Kur’an olan Hz Peygamberin Sünneti ve Selefi Sâlihîn’in hayatları Müslümanlarca hayatın ilk gündem maddelerinden birisi olmalıdır
Rasûlullah’ın boyuposu, güzelliği, kokusu ve şeceresinden ziyade onun ahlakı nasıldı? Nasıl bir hayat yaşadı? Kulluğunu nasıl icrâ etti? Ne tür eziyetlerle karşılaştı? Bir aile reisi, bir baba, bir öğretmen, bir devlet reisi, savaşta bir komutan olarak nasıl bir miras bıraktı bizlere? Sosyal ilişki anlayışı nasıldı? Nasıl ticaret yapardı? İşte bunlar aklımızı meşgul etmelidir
Ayrıca sahabe, tabiîn, tebei tabiîn pratik yaşantılarıyla bizim için birer ilim ummanıdırlar Susuzluğumuzu onların eserlerinden gidermeliyiz
Her asırda selefin izinde olan, müctehid alimler de İslâm’a sokulmaya çalışılan bozuk inanç ve hurafelerden dini tecdîd eder (temizleryeniler), Müslümanların karşılaştıkları yeni problemler için de ictihad ederek çözümler üretirler
Allah, peygamber mirasçıları olan alimlerden razı olsun, onlara sevgimiz sebebiyle şefaatlerine layık kılsın İslam ulemâsının hayatımızdaki önemini anlama şuurunu da hepimize kazandırsın
Bir dönem “Lâ İlâhe İllallah, Muhammedun Rasûlullah inancını hayatlarının ekseni yaparak, her hususta Allah ve Rasûlünü söz sahibi kabul ettikleri için, öncü ve örnek bir ümmet olan sahabe nesli; bizlere göz kamaştırıcı güzellikte örnek bir çağ miras bıraktılar Onlar, kalkınma ve çağ atlamayı zamanlarının süper güçleri olan Hristiyan Bizans Devletine yada Mecûsi (ateşperest) Sa’sani Devletine itaat etmek olarak görmediler “Hızla değişen dünya düzeninde bu güçlü siyasi ve ekonomik bloklardan birisinin tarafında olmalıyız; yoksa bertaraf oluruz diye düşünmediler! Çünkü, yalnızca maddi bakımdan ilerleyip, Allah ve ahiret inancını arkalarına atan bir toplulukta örnek alınacak bir yön olmadığını o kutlu insanlar çok iyi biliyorlardı Onlar, fert olarak değil, bütün bir toplum olarak; hayatlarında karşılaştıkları ve karşılaşabilecekleri her hususta “Allahu ve Rasûluhu A’lem (Allah ve Rasûlü en iyi bilendir) sözünü, değişmez ilke saymışlardı
Biz de hangi çağda olursak olalım, teknoloji ve bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin; gerek kitaplı, ne gerekse kitapsız küfür ehlinin kültürel ve toplumsal yaşam standartları bizi asla cezbetmemelidir
Teknolojik veya ekonomik açıdan hayli ilerlemiş olan Batı yada Doğu bloğu olan ülkelerin sadece bilim ve tekniğine talip olmalıyız Bilinmeli ki, Tevhid akidesi temeline dayanmayan hiçbir ilerleme köklü ve kalıcı değildir (Mütercim)
4 “Kur’an metodunun özelliği, “İslâmi düşünce sistemi ve kültür, “Allah yolunda cihâd, “Müslüman toplumun doğuşu ve özellikleri