iltasyazilim
FD Üye
Uygurların Türk Avrupa Sanatına Etkisi Nedir,
Uygurların Türk Sanatına Etkisi,
Uygurların Avrupa Sanatına Etkisi,
Minyatür terimi, genel anlamıyla çok ince tamamlanmış ufak boyutlu resimler ve bu türdeki resim sanatları için kullanılmaktadır Minyatür kelimesinin, Latince kırmızı ile boyamakanlamına gelen “miniare kelimesinden türetilmiş olduğu ve daha sonra İtalyanca ’ya “miniatura, Fransızca ’ ya “miniature biçiminde geçip zamanla Türkçe ’ye de bu dillerden “minyatür biçiminde aktarılarak değişime uğradığı düşünülmektedir Sözcük, Ortaçağ Avrupası ’ nda hazırlanan el yazmalarının birim başlarında, metnin ilk harfinin etrafına kızılturuncu “minium, yani sülyen (kırmızı kurşun tozu) ile yapılan “miniature adlı tezhipten gelmekte ve “sülüğenle boyanmış anlamında kullanılmaktadır Osmanlı dönemi kaynaklarına baktığımızda bu terimin yerine “betimleme veya “nakış sözcüklerinin seçim edildiği görülmektedir
Minyatür sanatının en kayda değer özelliklerinden birisi, anlatılmak istenen konunun eksiksiz olarak aktarılmakta olmasıdır böylece minyatür sanatında bakış açısı kullanılmaz Mesafe ve boy, renk ya da gölgelerle belirtilmez; minyatürler ışık, gölge, duygu ve Avrupai perspektifi olmayan resimlerdir Kitabın sayfa oranına yerinde, geometrideki “altın dikdörtgen içinde kendine özgü “dikine veya “toplama perspektif denen bir teknikle resimlenirken; irtifa, kişinin önemine tarafından artar veya azalır Bu, kâğıt üzerinde ön planda olanların daha aşağı tarafa, geridekilerin ise üstteki tarafa yerleştirilmesiyle gerçekleşir Figürler birbirlerini hepsi ile kapatmayacak şekilde düzenlenir Konu mesafe farkı gözetmeksizin en ince ayrıntılara değin işlenir
Minyatür sanatı, lüzum doğu gerekse batı dünyasında bir zamanlar beri tanıdık bir resim tarzıdır Ancak minyatürün genel itibariyle bir doğu sanatı olduğu ve batıya doğudan geldiği düşünülmektedir Bu konuda muhakkak bir veri olmamasının yanına her iki tarafta da birbirinden egemen bir şekilde oluşmuş olduğu ihtimali de laf konusudur Doğu ve batı minyatürlerinin, resim sanatı yönünden birbirine fazla benzediği görülmekteyse de renk, biçim ve muhtevaları bakımından ayrılıklar gösterdiği bilinmektedir Minyatür sanatı, genel itibariyle kitapları resimlemek amacıyla yapıldığından boyutlarının minik tutulması müşterek bir özelliktir
Türk minyatürlerinin kendine özgü bir özelliği, renklerin çoğu kez soyutlama aracı olarak düz, parlak ve gölgelerden arındırılmış olarak kullanılmasıdır Öteki bir özelliği ise, sayfa kenarlarında İran minyatürlerindeki gibi ağır bir tezhibe yer verilmemesidir Minyatür sanatında genelde tarihi, edebi ve ilmi konular işlenirken; Türkler, genelde tarihi yansıtmayı seçim etmişlerdir Osmanlı İmparatorluğu ’nun savaşlarını, seferlerini ve şenliklerini anlatan resimli yazmalar, diğer İslam ülkelerindeki örneklerinden ayrı ayrı realist bir üslupla ele alınmışlardır Türk minyatürlerinin bu özelliği, bizlere yapıldığı dönemin örf ve adetlerini; gelenek ve göreneklerini, giyim kuşamını olduğu değin Osmanlı Türk tarihini de takip edebilme imkânı sunarken; bu eserlerin parça başına de tarihi birer belge niteliği kazandırmıştır Görsel sanat zenginliği açısından da İslam kitap sanatında ayrıcalıklı bir yere sahip olan Osmanlı minyatürleri, tarih, sosyoloji, kültür tarihi ve öteki alanlarda yapılan çoğu araştırmada yararlanılan görsel belgeleri oluşturmalarının yanı sıra Cumhuriyet sonrası Türk resmine de esin kaynağı olmakla keza değerinde kazanmaktadır
Tarihçe:
Minyatür sanatının bugün aşina en eski örnekleri, Darı ’da rastlanan ve İÖ II yüzyılda papirüs üzerine yapılan minyatürlerdir Daha sonraki dönemlerde Yunan, Roma, Bizans ve Süryani elyazmalarının da minyatürlerle süslendiği görülmektedir Avrupa ’da minyatürün gelişmesi VIII yüzyılın sonlarına rastlarken; Türklerde minyatür geleneğinin, Orta Asya ’da Uygurlar döneminde (745 840; 840 1300) ortaya çıktığı düşünülmektedir VIII asrın ortalarından kalan Hoço merkez elde etmek üzere Turfan bölgesinde Uygur Türklerinin meydana getirdikleri minyatürler sonradan Türk minyatür sanatının kaynakları olmuştur Günümüze ulaşan bazı minyatürlü yaprak parçaları, bu dönem minyatürlerinde Maniheizm ’in etkin olduğunu gösterir Bugün, Berlin Devlet Müzeleri koleksiyonunda korunmakta olan, VIII ve IX asırlara ait bu minyatürlü Maniheist yazma yaprakları, konu ve kompozisyon bakımından da alımlı özelliklere sahiptir Bu minyatür parçalarında bir Uygur hakanının Mani dinini kabul edişi, kutlamaya katılan Uygur rahipleri tarafından betimlenmiştir Uygurların ilim merkezi olan Turfan, Buhara ve Semerkant resim sanatının en önemli merkezleriydi
Bilindiği gibi Türkler ’in, İslamiyetten önce benimsemiş olduğu dinlerden bazıları Şamanizm, Manihenizm ve Budizm ’dir Resmin laf dek etkin olduğuna inanılan Mani dini, resim ve sanatı dini terbiyenin esası ve vasıtası olarak kabul etmiştir Dinsel törenlerde öykülerin, resmin önünde görsel araç gereç desteği ile anlatılması ve kalıcılığı sağlamıştır Budizm ’in son evresi olan Şakyamuni ’nin Nilüfer Suresi ’ni bilen Uygurlar, Buda sözcüğünü Türkçeleştirip Burhan yapmışlardır Burhan felsefesini kendilerine göre yorumlayarak hocalarının ve dervişlerinin en üst düzeyde data ile donatılmalarını sağlamışlardır Gezici derviş, bahşi veya kâtip adı bahşedilen bu hocalar, hoş söz söyleme sanatı (hitabet), musiki, fotoğraf, matematik ve fen bilgilerini en iyi bilen ve öğreten kişilerdir Halkla iç içe olan bu kişiler, bilgilerini topluma aktarmayı kasıt edinmişlerdir Her devirde geniş coğrafyalara yayılmış olan Türkler, Orta Asya ’daki kendi kültürlerini bu yüce şahısların aracılığı ile gittikleri yerlere taşımışlar, kalıcı izler bırakmışlar ve yazılı resimli tasvirlerle birlikte illütrasyonun da öncülüğünü yapmışlardır Doğu ’da İran, Hindistan, Çin ’e değin uzanırken, diğer bir kol Anadolu ’ya geçerek, güneyden Mezopotamya ’da Irak, Suriye üzerinden Kuzey Afrika ’ya geçmiştir MS 756 ’da İspanya ’da Endülüs Emevi Devleti ’nin kuruluşundan sonradan Avrupa ’ya yayılmıştır Halen İspanya ’da Endülüs kentinde ElHamra Sarayı ve Kurtuba Camii bu güzel kültürün en kayda değer uzantıları olarak zamanımıza ulaşmış, minyatür sanatının Avrupa ’da yayılmasında bu cami ve sarayda başvuru formu edilen uygulamaların önemli etkileri olmuştur
Uygur devletinin dağılmasından daha sonra bu hareket devam etmiş ve Selçuklu Türkleri kadar geliştirilerek ilk İslam minyatürleri oluşturulmuştur Türklerin Bağdat, Darı, Suriye gibi diğer ülkelere gelmesiyle ilk Arap minyatürleri görülmeye başlanır XI asırdan itibaren Bağdat ’tan Anadolu ’nun içlerine kadar uzanan farklı alanlara yönlendirilmiş sanat merkezlerinde üretilmiş olan çoğu eserde yer yer mahalli sanat görüşünün yanında Antik Bizans ve Orta Asya resim sanatının etkileri izlenmektedir
İslam kültüründe ise anıtsal fotoğraf sanatı yalnızca Emeviler döneminde, VII ve VIII asırlarda varolabilmiştir Bu dönemde fethedilen yeni topraklardaki kadim kültürlerin yüzyıllar boyunca kökleşmiş resim gelenekleriyle temasa geçilmiş, bunun sonucunda da bazı dini ve sivil yapıların duvarlarına Geç Helenistik ve Sasani sanat geleneklerinin etkisini yansıtan naturalist tarzda resimler ve mozaikler yapılmıştır
Buna karşın IX asırda birtakım değişmeler yaşanır; Kuranı Kerim ’de devlete ait yasaklayan herhangi bir ayet olmamasına karşın dönemin kimi din âlimlerince yapılan hadis yorumları dolayısıyla canlı varlıkların resminin yapılmasının günah olduğu yargısına varılmış ve dolayısıyla bu türdeki tasvirlerin yapılması yasaklanmıştır Laf konusu dönemden itibaren inşa süslemesi niteliğindeki duvar resimleri ve mozaikler yerlerini kitap süslemelerine bırakmıştır Abbasiler döneminde ise bu konudaki görünüm değişiklikleri dolayısıyla her tarafta kitap resimlenmeye başlanmıştır Bu dönemde antik kaynaklı bilimsel eserlerin çevirileri yapılıyor, bu yoğun çeviri faaliyetleri sırasında bir yandan da kitaplarda bulunan resimler soyutlaştırılarak kopya ediliyordu öte yandan, dönemin sevilen edebiyat kitapları tasvirlerle süsleniyor ve bu tasvirlerde gölge oyununu andıran şematik kalıplar kullanılıyordu Abbasi dönemindeki bu gelişmelerden günümüze ulaşan en eski örnekler XI asra aittir
XII asırda ise minyatürün, süslenecek metinle doğrudan doğruya ilgili olması gözetilmeye ve yalnızca dinsel konulu minyatürler değil dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı Baskı makinesinin bulunuşuna kadar Avrupa ’da çok güzel ve ihtişamlı minyatürler yapıldı Bundan sonra minyatür daha çok madalyonların üzerine portre yerine getirmek için kullanıldı XVII yüzyıldan sonradan fildişi üstüne yapılan minyatürler yaygınlaştı sonradan minyatür sanatına karşısında alaka azalmakla birlikte kuytu bir sanatçı çevresinde geleneksel bir sanat olarak minyatür sürdürüldü Selçuklular döneminde de minyatüre önem verildi Selçuklular ’ın İran ile ilişkilerine alt olarak minyatür sanatı İran etkisinde kaldı Mevlana ’nın resmini yapan Abdüddevle ve diğer meşhur minyatür sanatçıları yetişti Osmanlı Devleti döneminde ise XVIII yüzyıla kadar İran ve Selçuklu etkisi sürdü Fatih döneminde (1451 1481), padişahın resmini de yapmış olan Sinan Bey adlı bir nakkaş, II Bayezid döneminde (1481 1512)de Baba Nakkaş diye tanınan bir usta yetişti XVI yüzyılda Reis Haydar diye tanınan Nigarî, Nakşî ve Şah Kulu ün yaptılar Gene benzer dönemde, Bihzad ’ın öğrencisi olan Horasanlı Aka Mirek de İstanbul ’a çağrılarak saraya başnakkaş (başressam) yapılmıştı Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levnî XVIII yüzyılın meşhur nakkaşlarıdır Bunlardan Levnî, Türk minyatür sanatında bir dönüm noktasıdır Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıkmış ve kendine özgü bir biçim geliştirmiştir
XVIII asrın başlarından itibaren Batılılaşma akımı sonucunda Avrupa devlete ait kurallarının değerlendirilmesiyle geleneksel teknikle gölgeli boyanan hacimli nesneler ve derinlik kazandırılmış unsurlarla, üç boyutlu tasarımlar ortaya çıkarılmıştır Aynı asrın sonlarına içten tutkallı toprak boyanın, guvaş ve suluboya ile yer değiştirmesiyle birlikte yazmalar geleneksel minyatür sanatını sonlandıran tekniklerle resmedilmiştir Bu dönemde betimleme, kitap sayfalarından duvar ve tuval yüzeylerine taşmıştır XIX asrın başında ise Osmanlı minyatürü bundan böyle önemini yitirmektedir Bu dönem sanatçıları geleneklerden kopmaksızın ortaya koydukları eserlerde, Batı etkilerini her tarafta izah etme çabalarıyla, Tanzimat sonrası açılan okullarda başlatılan Batı resmi eğitimiyle yaygınlaşacak olan yeni resim geleneğinin öncüleri olmuşlardır
Minyatür sanatı, günümüz Türkiyesi ’nde de geleneksel bir sanat olarak varlığını hâla sürdürmektedir Birkaç yüzyıllık kesintiden daha sonra ProfDr Süheyl Ünver'in çabalarıyla yeniden günyüzüne çıkarılan minyatür sanatı günümüzde Günseli Kato, Nusret Çolpan, Gülbün Mesera, Gülçin Anmaç ve yetişmekte olan çoğu genç sanatkâr kadar icra edilmektedir
Osmanlı Nakkaşhanesi ve Nakkaşlar:
Osmanlı döneminde kitap sanatının icra edildiği atölyelere “nakkaşhane denilmiştir Nakkaşlar Osmanlı sarayı için çalışan sanatçılar ve zanaatkarlar teşkilatı olan ehli hiref içinde en manâlı bölüğü oluşturmaktaydılar
Nakkaşlar yazma eserlerin bezenmesi (müzehhiplik), resimlenmesi (musavvirlik), metinleri sınırlayan cetvellerin çekilmesi (cetvelkeşlik) ve boyaların hazırlanması (renkzenlik) gibi kitap sanatlarıyla ilgili işlerin dışarıya, kalem işi veya çini desenleri gibi mimari süslemelerin tasarlanması; ahşap ve mukavvadan yapılan küçük sandıkların bezenmesi; çadır, otağ, halı ve bez gibi dokumalarda kullanılan desenlerin hazırlanmasından da sorumluydular
Saray hizmetindeki nakkaşların, saray teşkilatının kurulmasıyla birlikte hem birinci avludaki Anabarı Amire içinde yeralması gereken özel atölyelerde hem de Atmeydanı ’ ndaki Hassa Nakışhanesi ’ nde çalıştıkları söylenmektedir
Minyatür Sanatında Kullanılan Malzemeler ve Minyatürün Yapılışı
Minyatür sanatı yapılırken renkler defalarca sürülür ve bunların birbirine karışmaması için suyla inceltilmiş toprak boyalar kullanılırdı XIV ve XVIII asırlar arasında bu boyaları sabitleyebilmek için içlerine taze yumurta sarısı katılırdı bununla birlikte yumurta sarısıyla hazırlanan boyalar kuruduktan sonra ikinci kez kullanılmamakta ve her uygulama için yeni boya hazırlanmaktaydı Bu sebeple de zaman içinde boyalara yumurta sarısı yerine suda eritilmiş tutkal karıştırılmaya başlanmıştı Bu teknikte suda eritilmiş tutkalın içine bir damla pekmez ya da iki damla üzüm suyu katılır, bu nedenle boyalar kurusa bile istenildiğinde suyla eritilerek yeniden kullanılırdı
Minyatür yapımına uygun fırçalar, üç aylık beyaz kedi yavrusunun gıdı tüyünden yapılmış çok ince kıllı fırçalardır Kâğıtlar ise yumurtalı ya da aharlı kâğıtlardır Yumurtalı kâğıtlar, yumurta akıyla bir tedarik şapın sıvılaşıncaya kadar bir fincan içinde karıştırılıp kâğıda sürülmesi ve kuruduktan sonra kuru ceviz ya da ıhlamur ağacından bir tahta üzerinde mühürlenmesiyle elde edilir Aharlı kâğıtlar içinse tatsız nişasta taşıyan boza kıvamında bir karışım kullanılır, bu karışım kâğıda sürüldükten daha sonra kurumaya bırakılır ve sonradan kâğıt mührelenerek operasyon tamamlanır Minyatürde işlenecek konu, taslak olarak çok ince kıllı fırçalarla kiremit rengi boya ya da sepya mürekkebiyle kâğıda çizilir Boyama işleminde önce altın sürülür sonra diğer renklere geçilirdi
Günümüzde minyatür sanatında kullanılan malzemeler:
Sulu badana fırçaları (000 1 numara), varak altın (kırmızı, yeşil, sarı), suluboya takımı, guaj boyalar, pergel takımı, mika cetvel ve gönye, rapido kalem ve mürekkebi, fon kartonu ve şöhler, akik uçlu kıvrık burunlu mihreler, aydınger kâğıtları, yaprak jelatin, zımpara kâğıdı, beyaz keçe parçası ve tebeşir, dantel tığı
Minyatür sanatı, tıpkı diğer geleneksel sanatlarda olduğu gibi “ressamçırak ilişkisi içinde öğrenilen bir sanattır Geçmişte çırakların ustalığa terfileri törenle yapılmakta ve bütün mesleklerin usta ve zanaatkarların ihtiyaçları saray tarafından karşılanmaktaydı Günümüzde ise bu sanat değişik kurslar aracılığıyla öğretilmeye devam etmektedir
Minyatür sanatına başlamanın birincil basamağının tezhip öğrenmek olduğu söylenmektedir Aslında bunun anlamı Türk Süsleme Sanatlarındaki motiflerin ve boyama tekniklerinin bilinmesi gerektiğidir Yapılış incelikleri oldukça fazla olan bu sanatın icrasıyla ilgili olarak şunları söyleyebiliriz *
Uygurların Türk Sanatına Etkisi,
Uygurların Avrupa Sanatına Etkisi,
Minyatür terimi, genel anlamıyla çok ince tamamlanmış ufak boyutlu resimler ve bu türdeki resim sanatları için kullanılmaktadır Minyatür kelimesinin, Latince kırmızı ile boyamakanlamına gelen “miniare kelimesinden türetilmiş olduğu ve daha sonra İtalyanca ’ya “miniatura, Fransızca ’ ya “miniature biçiminde geçip zamanla Türkçe ’ye de bu dillerden “minyatür biçiminde aktarılarak değişime uğradığı düşünülmektedir Sözcük, Ortaçağ Avrupası ’ nda hazırlanan el yazmalarının birim başlarında, metnin ilk harfinin etrafına kızılturuncu “minium, yani sülyen (kırmızı kurşun tozu) ile yapılan “miniature adlı tezhipten gelmekte ve “sülüğenle boyanmış anlamında kullanılmaktadır Osmanlı dönemi kaynaklarına baktığımızda bu terimin yerine “betimleme veya “nakış sözcüklerinin seçim edildiği görülmektedir
Minyatür sanatının en kayda değer özelliklerinden birisi, anlatılmak istenen konunun eksiksiz olarak aktarılmakta olmasıdır böylece minyatür sanatında bakış açısı kullanılmaz Mesafe ve boy, renk ya da gölgelerle belirtilmez; minyatürler ışık, gölge, duygu ve Avrupai perspektifi olmayan resimlerdir Kitabın sayfa oranına yerinde, geometrideki “altın dikdörtgen içinde kendine özgü “dikine veya “toplama perspektif denen bir teknikle resimlenirken; irtifa, kişinin önemine tarafından artar veya azalır Bu, kâğıt üzerinde ön planda olanların daha aşağı tarafa, geridekilerin ise üstteki tarafa yerleştirilmesiyle gerçekleşir Figürler birbirlerini hepsi ile kapatmayacak şekilde düzenlenir Konu mesafe farkı gözetmeksizin en ince ayrıntılara değin işlenir
Minyatür sanatı, lüzum doğu gerekse batı dünyasında bir zamanlar beri tanıdık bir resim tarzıdır Ancak minyatürün genel itibariyle bir doğu sanatı olduğu ve batıya doğudan geldiği düşünülmektedir Bu konuda muhakkak bir veri olmamasının yanına her iki tarafta da birbirinden egemen bir şekilde oluşmuş olduğu ihtimali de laf konusudur Doğu ve batı minyatürlerinin, resim sanatı yönünden birbirine fazla benzediği görülmekteyse de renk, biçim ve muhtevaları bakımından ayrılıklar gösterdiği bilinmektedir Minyatür sanatı, genel itibariyle kitapları resimlemek amacıyla yapıldığından boyutlarının minik tutulması müşterek bir özelliktir
Türk minyatürlerinin kendine özgü bir özelliği, renklerin çoğu kez soyutlama aracı olarak düz, parlak ve gölgelerden arındırılmış olarak kullanılmasıdır Öteki bir özelliği ise, sayfa kenarlarında İran minyatürlerindeki gibi ağır bir tezhibe yer verilmemesidir Minyatür sanatında genelde tarihi, edebi ve ilmi konular işlenirken; Türkler, genelde tarihi yansıtmayı seçim etmişlerdir Osmanlı İmparatorluğu ’nun savaşlarını, seferlerini ve şenliklerini anlatan resimli yazmalar, diğer İslam ülkelerindeki örneklerinden ayrı ayrı realist bir üslupla ele alınmışlardır Türk minyatürlerinin bu özelliği, bizlere yapıldığı dönemin örf ve adetlerini; gelenek ve göreneklerini, giyim kuşamını olduğu değin Osmanlı Türk tarihini de takip edebilme imkânı sunarken; bu eserlerin parça başına de tarihi birer belge niteliği kazandırmıştır Görsel sanat zenginliği açısından da İslam kitap sanatında ayrıcalıklı bir yere sahip olan Osmanlı minyatürleri, tarih, sosyoloji, kültür tarihi ve öteki alanlarda yapılan çoğu araştırmada yararlanılan görsel belgeleri oluşturmalarının yanı sıra Cumhuriyet sonrası Türk resmine de esin kaynağı olmakla keza değerinde kazanmaktadır
Tarihçe:
Minyatür sanatının bugün aşina en eski örnekleri, Darı ’da rastlanan ve İÖ II yüzyılda papirüs üzerine yapılan minyatürlerdir Daha sonraki dönemlerde Yunan, Roma, Bizans ve Süryani elyazmalarının da minyatürlerle süslendiği görülmektedir Avrupa ’da minyatürün gelişmesi VIII yüzyılın sonlarına rastlarken; Türklerde minyatür geleneğinin, Orta Asya ’da Uygurlar döneminde (745 840; 840 1300) ortaya çıktığı düşünülmektedir VIII asrın ortalarından kalan Hoço merkez elde etmek üzere Turfan bölgesinde Uygur Türklerinin meydana getirdikleri minyatürler sonradan Türk minyatür sanatının kaynakları olmuştur Günümüze ulaşan bazı minyatürlü yaprak parçaları, bu dönem minyatürlerinde Maniheizm ’in etkin olduğunu gösterir Bugün, Berlin Devlet Müzeleri koleksiyonunda korunmakta olan, VIII ve IX asırlara ait bu minyatürlü Maniheist yazma yaprakları, konu ve kompozisyon bakımından da alımlı özelliklere sahiptir Bu minyatür parçalarında bir Uygur hakanının Mani dinini kabul edişi, kutlamaya katılan Uygur rahipleri tarafından betimlenmiştir Uygurların ilim merkezi olan Turfan, Buhara ve Semerkant resim sanatının en önemli merkezleriydi
Bilindiği gibi Türkler ’in, İslamiyetten önce benimsemiş olduğu dinlerden bazıları Şamanizm, Manihenizm ve Budizm ’dir Resmin laf dek etkin olduğuna inanılan Mani dini, resim ve sanatı dini terbiyenin esası ve vasıtası olarak kabul etmiştir Dinsel törenlerde öykülerin, resmin önünde görsel araç gereç desteği ile anlatılması ve kalıcılığı sağlamıştır Budizm ’in son evresi olan Şakyamuni ’nin Nilüfer Suresi ’ni bilen Uygurlar, Buda sözcüğünü Türkçeleştirip Burhan yapmışlardır Burhan felsefesini kendilerine göre yorumlayarak hocalarının ve dervişlerinin en üst düzeyde data ile donatılmalarını sağlamışlardır Gezici derviş, bahşi veya kâtip adı bahşedilen bu hocalar, hoş söz söyleme sanatı (hitabet), musiki, fotoğraf, matematik ve fen bilgilerini en iyi bilen ve öğreten kişilerdir Halkla iç içe olan bu kişiler, bilgilerini topluma aktarmayı kasıt edinmişlerdir Her devirde geniş coğrafyalara yayılmış olan Türkler, Orta Asya ’daki kendi kültürlerini bu yüce şahısların aracılığı ile gittikleri yerlere taşımışlar, kalıcı izler bırakmışlar ve yazılı resimli tasvirlerle birlikte illütrasyonun da öncülüğünü yapmışlardır Doğu ’da İran, Hindistan, Çin ’e değin uzanırken, diğer bir kol Anadolu ’ya geçerek, güneyden Mezopotamya ’da Irak, Suriye üzerinden Kuzey Afrika ’ya geçmiştir MS 756 ’da İspanya ’da Endülüs Emevi Devleti ’nin kuruluşundan sonradan Avrupa ’ya yayılmıştır Halen İspanya ’da Endülüs kentinde ElHamra Sarayı ve Kurtuba Camii bu güzel kültürün en kayda değer uzantıları olarak zamanımıza ulaşmış, minyatür sanatının Avrupa ’da yayılmasında bu cami ve sarayda başvuru formu edilen uygulamaların önemli etkileri olmuştur
Uygur devletinin dağılmasından daha sonra bu hareket devam etmiş ve Selçuklu Türkleri kadar geliştirilerek ilk İslam minyatürleri oluşturulmuştur Türklerin Bağdat, Darı, Suriye gibi diğer ülkelere gelmesiyle ilk Arap minyatürleri görülmeye başlanır XI asırdan itibaren Bağdat ’tan Anadolu ’nun içlerine kadar uzanan farklı alanlara yönlendirilmiş sanat merkezlerinde üretilmiş olan çoğu eserde yer yer mahalli sanat görüşünün yanında Antik Bizans ve Orta Asya resim sanatının etkileri izlenmektedir
İslam kültüründe ise anıtsal fotoğraf sanatı yalnızca Emeviler döneminde, VII ve VIII asırlarda varolabilmiştir Bu dönemde fethedilen yeni topraklardaki kadim kültürlerin yüzyıllar boyunca kökleşmiş resim gelenekleriyle temasa geçilmiş, bunun sonucunda da bazı dini ve sivil yapıların duvarlarına Geç Helenistik ve Sasani sanat geleneklerinin etkisini yansıtan naturalist tarzda resimler ve mozaikler yapılmıştır
Buna karşın IX asırda birtakım değişmeler yaşanır; Kuranı Kerim ’de devlete ait yasaklayan herhangi bir ayet olmamasına karşın dönemin kimi din âlimlerince yapılan hadis yorumları dolayısıyla canlı varlıkların resminin yapılmasının günah olduğu yargısına varılmış ve dolayısıyla bu türdeki tasvirlerin yapılması yasaklanmıştır Laf konusu dönemden itibaren inşa süslemesi niteliğindeki duvar resimleri ve mozaikler yerlerini kitap süslemelerine bırakmıştır Abbasiler döneminde ise bu konudaki görünüm değişiklikleri dolayısıyla her tarafta kitap resimlenmeye başlanmıştır Bu dönemde antik kaynaklı bilimsel eserlerin çevirileri yapılıyor, bu yoğun çeviri faaliyetleri sırasında bir yandan da kitaplarda bulunan resimler soyutlaştırılarak kopya ediliyordu öte yandan, dönemin sevilen edebiyat kitapları tasvirlerle süsleniyor ve bu tasvirlerde gölge oyununu andıran şematik kalıplar kullanılıyordu Abbasi dönemindeki bu gelişmelerden günümüze ulaşan en eski örnekler XI asra aittir
XII asırda ise minyatürün, süslenecek metinle doğrudan doğruya ilgili olması gözetilmeye ve yalnızca dinsel konulu minyatürler değil dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı Baskı makinesinin bulunuşuna kadar Avrupa ’da çok güzel ve ihtişamlı minyatürler yapıldı Bundan sonra minyatür daha çok madalyonların üzerine portre yerine getirmek için kullanıldı XVII yüzyıldan sonradan fildişi üstüne yapılan minyatürler yaygınlaştı sonradan minyatür sanatına karşısında alaka azalmakla birlikte kuytu bir sanatçı çevresinde geleneksel bir sanat olarak minyatür sürdürüldü Selçuklular döneminde de minyatüre önem verildi Selçuklular ’ın İran ile ilişkilerine alt olarak minyatür sanatı İran etkisinde kaldı Mevlana ’nın resmini yapan Abdüddevle ve diğer meşhur minyatür sanatçıları yetişti Osmanlı Devleti döneminde ise XVIII yüzyıla kadar İran ve Selçuklu etkisi sürdü Fatih döneminde (1451 1481), padişahın resmini de yapmış olan Sinan Bey adlı bir nakkaş, II Bayezid döneminde (1481 1512)de Baba Nakkaş diye tanınan bir usta yetişti XVI yüzyılda Reis Haydar diye tanınan Nigarî, Nakşî ve Şah Kulu ün yaptılar Gene benzer dönemde, Bihzad ’ın öğrencisi olan Horasanlı Aka Mirek de İstanbul ’a çağrılarak saraya başnakkaş (başressam) yapılmıştı Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levnî XVIII yüzyılın meşhur nakkaşlarıdır Bunlardan Levnî, Türk minyatür sanatında bir dönüm noktasıdır Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıkmış ve kendine özgü bir biçim geliştirmiştir
XVIII asrın başlarından itibaren Batılılaşma akımı sonucunda Avrupa devlete ait kurallarının değerlendirilmesiyle geleneksel teknikle gölgeli boyanan hacimli nesneler ve derinlik kazandırılmış unsurlarla, üç boyutlu tasarımlar ortaya çıkarılmıştır Aynı asrın sonlarına içten tutkallı toprak boyanın, guvaş ve suluboya ile yer değiştirmesiyle birlikte yazmalar geleneksel minyatür sanatını sonlandıran tekniklerle resmedilmiştir Bu dönemde betimleme, kitap sayfalarından duvar ve tuval yüzeylerine taşmıştır XIX asrın başında ise Osmanlı minyatürü bundan böyle önemini yitirmektedir Bu dönem sanatçıları geleneklerden kopmaksızın ortaya koydukları eserlerde, Batı etkilerini her tarafta izah etme çabalarıyla, Tanzimat sonrası açılan okullarda başlatılan Batı resmi eğitimiyle yaygınlaşacak olan yeni resim geleneğinin öncüleri olmuşlardır
Minyatür sanatı, günümüz Türkiyesi ’nde de geleneksel bir sanat olarak varlığını hâla sürdürmektedir Birkaç yüzyıllık kesintiden daha sonra ProfDr Süheyl Ünver'in çabalarıyla yeniden günyüzüne çıkarılan minyatür sanatı günümüzde Günseli Kato, Nusret Çolpan, Gülbün Mesera, Gülçin Anmaç ve yetişmekte olan çoğu genç sanatkâr kadar icra edilmektedir
Osmanlı Nakkaşhanesi ve Nakkaşlar:
Osmanlı döneminde kitap sanatının icra edildiği atölyelere “nakkaşhane denilmiştir Nakkaşlar Osmanlı sarayı için çalışan sanatçılar ve zanaatkarlar teşkilatı olan ehli hiref içinde en manâlı bölüğü oluşturmaktaydılar
Nakkaşlar yazma eserlerin bezenmesi (müzehhiplik), resimlenmesi (musavvirlik), metinleri sınırlayan cetvellerin çekilmesi (cetvelkeşlik) ve boyaların hazırlanması (renkzenlik) gibi kitap sanatlarıyla ilgili işlerin dışarıya, kalem işi veya çini desenleri gibi mimari süslemelerin tasarlanması; ahşap ve mukavvadan yapılan küçük sandıkların bezenmesi; çadır, otağ, halı ve bez gibi dokumalarda kullanılan desenlerin hazırlanmasından da sorumluydular
Saray hizmetindeki nakkaşların, saray teşkilatının kurulmasıyla birlikte hem birinci avludaki Anabarı Amire içinde yeralması gereken özel atölyelerde hem de Atmeydanı ’ ndaki Hassa Nakışhanesi ’ nde çalıştıkları söylenmektedir
Minyatür Sanatında Kullanılan Malzemeler ve Minyatürün Yapılışı
Minyatür sanatı yapılırken renkler defalarca sürülür ve bunların birbirine karışmaması için suyla inceltilmiş toprak boyalar kullanılırdı XIV ve XVIII asırlar arasında bu boyaları sabitleyebilmek için içlerine taze yumurta sarısı katılırdı bununla birlikte yumurta sarısıyla hazırlanan boyalar kuruduktan sonra ikinci kez kullanılmamakta ve her uygulama için yeni boya hazırlanmaktaydı Bu sebeple de zaman içinde boyalara yumurta sarısı yerine suda eritilmiş tutkal karıştırılmaya başlanmıştı Bu teknikte suda eritilmiş tutkalın içine bir damla pekmez ya da iki damla üzüm suyu katılır, bu nedenle boyalar kurusa bile istenildiğinde suyla eritilerek yeniden kullanılırdı
Minyatür yapımına uygun fırçalar, üç aylık beyaz kedi yavrusunun gıdı tüyünden yapılmış çok ince kıllı fırçalardır Kâğıtlar ise yumurtalı ya da aharlı kâğıtlardır Yumurtalı kâğıtlar, yumurta akıyla bir tedarik şapın sıvılaşıncaya kadar bir fincan içinde karıştırılıp kâğıda sürülmesi ve kuruduktan sonra kuru ceviz ya da ıhlamur ağacından bir tahta üzerinde mühürlenmesiyle elde edilir Aharlı kâğıtlar içinse tatsız nişasta taşıyan boza kıvamında bir karışım kullanılır, bu karışım kâğıda sürüldükten daha sonra kurumaya bırakılır ve sonradan kâğıt mührelenerek operasyon tamamlanır Minyatürde işlenecek konu, taslak olarak çok ince kıllı fırçalarla kiremit rengi boya ya da sepya mürekkebiyle kâğıda çizilir Boyama işleminde önce altın sürülür sonra diğer renklere geçilirdi
Günümüzde minyatür sanatında kullanılan malzemeler:
Sulu badana fırçaları (000 1 numara), varak altın (kırmızı, yeşil, sarı), suluboya takımı, guaj boyalar, pergel takımı, mika cetvel ve gönye, rapido kalem ve mürekkebi, fon kartonu ve şöhler, akik uçlu kıvrık burunlu mihreler, aydınger kâğıtları, yaprak jelatin, zımpara kâğıdı, beyaz keçe parçası ve tebeşir, dantel tığı
Minyatür sanatı, tıpkı diğer geleneksel sanatlarda olduğu gibi “ressamçırak ilişkisi içinde öğrenilen bir sanattır Geçmişte çırakların ustalığa terfileri törenle yapılmakta ve bütün mesleklerin usta ve zanaatkarların ihtiyaçları saray tarafından karşılanmaktaydı Günümüzde ise bu sanat değişik kurslar aracılığıyla öğretilmeye devam etmektedir
Minyatür sanatına başlamanın birincil basamağının tezhip öğrenmek olduğu söylenmektedir Aslında bunun anlamı Türk Süsleme Sanatlarındaki motiflerin ve boyama tekniklerinin bilinmesi gerektiğidir Yapılış incelikleri oldukça fazla olan bu sanatın icrasıyla ilgili olarak şunları söyleyebiliriz *