Türk Yazı Dilinin Tarihî Gelişmesi Türk Yazı Dilinin Tarihî Gelişmesi Eski Türkçe: Eski Türkçe devresi, Türk dilinin tanıdık birincil devresidir, başlıca Türkçe devresidir Türkçe'nin tüm yapısı bu devre ile izah edilir Öncesi, Türkçe'nin karanlık devresi olup, Çuvaşça ve Yakutça ile, daha ileride Moğolca ile birleşir Mîlâdî 8, 12 ve 13 asırlar aralarında kullanılmıştır Türk yazı dilinin birincil yazılmış örnekleri olan Orhun Kitâbeleri, her ne kadar 8 asra ait olsa da bu kitâbelerdeki yazı dilinin, fazla tamamlanmış bir yazı dili olduğunu görmekteyiz Bu sebeple Türk yazı dilinin başlangıcını fazla daha öncelere, şayet de miladî birincil asırlara götürmek mümkündür Eski Türkçe devresi, Türklüğün müşterek bir yazı dili devresidir Bu iki taraflı yazı dili devresinde kullanılan Türkçe, Kaşgar Türkçesi (Hakaniye Türkçesi) olup, Uygur yazısı ile yazıldığında Uygurca ismini de almaktadır On ikinci ve on üçüncü asırlarda, Türkler, büyük kitleler hâlinde kuzeye ve batıya yayılmış; yeni kültür merkezleri meydana gelmiş; İslâm kültür ve medeniyeti, Türkler aralarında yeni kavramlarıyla, yeni bir yazının kabulüyle yerleşmiştir Ayrılan Türklük kolları, yeni kültür merkezleri etrafında kendi şîvelerine dayanan yeni yazı dillerini kullanır olmuşlardır Bu Nedenle bu asırlarda Kuzey Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi meydana gelmiştir Kuzey Türkçesi, Doğu Türkçesi: On üçüncü ve on dördüncü asırlarda da kullanılan Kuzey Doğu Türkçesi, 15 asırda Kuzey Türkçesi ve Doğu Türkçesi adıyla iki yazı diline ayrılır Kuzey Türkçesi, Kıpçak Türkçesi'dir Doğu Türkçesi (Çağatayca) de 15 ve 16 asırlarda en aydınlık devrini yaşayarak bugün çağdaş Özbekçe olarak yazı dilini sürdürmektedir Batı Türkçesi: On üçüncü asırda teşekkül etmeye başlamıştır Selçuklular'dan itibaren, metinlerini bugüne dek peşine düşüp takip edebildiğimiz bir yazı dilidir Hazar Denizinden Balkanlara kadar uzanan sahada yer alır Esasını Oğuz şîvesi teşkil ettiği için, Oğuz Türkçesi (Oğuzca) de denir Oğuzca, 17 asırda doğu ve batı Oğuzca dairelerine ayrılır Doğu Oğuzcası, Azerî ve Doğu Anadolu sahasında, Batı Oğuzcası Osmanlı sahasında yer alır; fakat arasında iki yazı dili olacak değin bir ayrım mevcut değildir Her ikisi de benzer şîveyi (konuşmayı) kullanır, bir yazı dilinin kardeş iki dairesidir Ayrılık sebeplerini, Doğu Oğuzcasına bilhassa Kıpçak unsurlarının tesirinde ve bazı Moğol izlerinde aramalıdır Kelime başında b m, kh, td, birincil hecede ei değişmeleri, bazı fiil çekimleri gibi Batı Türkçesi'nin gelişmesi: Batı Türkçesi, altıyedi asırlık uzun hayatı içinde safhalar geçirir İç yapısında kök ve eklerde bir takım ses ve şekil değişmelerine uğrar Bu, tabiî değişmesi ile ilgilidir Gelişme 13 asırdan günümüze kadar gelen süre boyunca, şu üç devreye ayrılabilir: 1 Eski Anadolu Türkçesi, 2 Osmanlı Türkçesi, 3 Türkiye Türkçesi Eski Anadolu Türkçesi: Eski Anadolu Türkçesi, 13 ve 15 asırlar arasında kullanılan Türkçe'dir Bu devre, sonraki iki devreden oldukça farklıdır “Orta Asya kültür ve medeniyeti tesirindeki “Eski Türkçe ile, “iki taraflı İslâm kültür ve medeniyetinin tesirindeki “Batı Türkçesi aralarında yer alan iki taraflı bağların hissedildiği bir devredir Yani, Batı Türkçesi'ni, Eski Anadolu Türkçesi ve OsmanlıcaTürkiye Türkçesi diye ikiye karışıklığa itmek da mümkündür Bu devrede Batı Türkçesi'ne geçen Arapça ve Farsça sözcük ve terkipler fazla değildir, oysa devrenin sonlarında yavaşça artmıştır Bu Nedenle 15 asrın sonlarında Osmanlı Türkçesi'nin doğuşu hazır olur Bu devrin Türkçesi, daha açık ve anlaşılır olarak karşımıza çıkar Mevlid, Yûnus Dîvânı bunun en hoş örnekleridir Eski Anadolu Türkçesi'nde cümle yapısı, Türkçe'nin başlangıcından günümüze değin hiç değişmeyen alışılagelmiş cümle yapısını muhafaza eder Cümle unsurları yerli yerindedir Ama Farsça'nın tesiri ile nesirde “ancakli cümleler oldukça artı görülür Ayrıca bu görev Türkçesi, Eski Türkiye Türkçesi diye de adlandırılır Daha çok, bu isim, Türklüğün Rumeli’ye geçişinden sonraki devre için kullanılmıştır Osmanlı Türkçesi (Osmanlıca): Osmanlıca, Batı Türkçesi'nin ikinci devresidir 1620 asırlar arasında kullanılmış bir yazı dilidir Dil bilgisi (dilbilgisi) bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında açıklanmış ayrılıklar vardır Gerçekten Türkçe'de, Osmanlıca'nın da içinde yer aldığı 16 asırdan günümüze dek, belirli bir gelişme görülmez Osmanlıca'yı Türkiye Türkçesi'nden ayıran tek şey, onun dış yapısındaki gelişmelerdir Osmanlıca, dış yapısı ile hem Eski Anadolu Türkçesi'nden, hem Türkiye Türkçesi'nden ayrılır Okumuş kesim sanatkârlarının, keza yeni kültürü kendi kavramlarıyla takdim etmek, keza de sanat yerine getirmek istemesi, bu atama Türkçe'sini, tanıdık olmayan unsurlara oldukça açılmıştır Osmanlıca'da nazım dili, nesir diline kadar daha sadedir Nazım dili ile nesir dili arasında görülen fark, cümle yapısı bakımındandır Alışılmış Türk şiirinde (Divan şiirinde) kasıt bir beyitte biter Beytin dışına, diğer beyte taşılmadığından, an nazmındaki cümle, en çok bir beyit uzunluğundadır Bu sebeple, Osmanlıca şiirde cümleler defalarca kısa, unsurları yerli yerinde ve sâde Türk cümlesi (öznetümleçyüklem sıralanışında) olarak, yapısını muhafaza etmiştir Nesirde ise belirtilen bir ölçüye sığmak mecburiyeti olmadığı için, Osmanlıca nesir unsurları, istenildiği değin geniş, uzun tutulabilmiştir Ayrıca Arapça ve Farsça'dan alınan pekçok sözcük, metinleri anlaşılamaz hâle getirmiştir Bu şart, daha ziyade, Arapça ve Farsça'nın tanıdık olmayan dil sayılmamasından kaynaklanmıştır Hattâ her üç dilin unsurları birbirine karışarak, hiç birinde görülmeyen mümtezic (uyuşan, kaynaşmış) kelimeler ortaya çıktığı gibi, bir hayli galat (yanlış) kelimeler de türemiştir Osmanlıca'nın son devresinde uzun, bozuk Türkçe nesir yapısı, tekrar sâde ve kısa cümleli biçimini kazanmıştır Nazımda ise, yeni edebiyatla birlikte manânın bir beyitte tamamlanması mecburiyeti ortadan kalkınca, uzun cümleler ortaya çıkmıştır Bu koşul, özellikle Mal Varlığıi Fünûn edebiyatında görülmüştür Osmanlıca, nesir ve nazım cümleleri bakımından Türk cümlesini, sağlam bir inşa ile Türkiye Türkçesi'ne devretmiştir Türkiye Türkçesi: Türkiye Türkçesi, Batı Türkçesi'nin son ve bugün de aralıksız devresidir 1908 Meşrutiyetinden sonra başlar Cumhuriyete kadar süren ilk devrede, Osmanlıca, henüz sahneden çekilmemiştir Osmanlıca ile yeni dilin cümleleri, beraber kullanılır Daha Tanzimat'la girmeye başlayan Batılı kültür unsurları, Osmanlıca'ya egemen olan İslâmî kültür unsurlarıyla yer değiştirme mücadelesine başlamıştır Bir dil, bir diğer dile sadece dil hususiyetleriyle doğrudan tesir etmez Yeni kültür, dili kendi kelimeleriyle, kavramlarıyla canlı tutmaya çalışır; dilin cümle yapısına hemencecik karışmaz, belki hiç karışmaz Bazen, Osmanlıca'da olduğu gibi kültür, dilin tümce yapısına da tesir eder İşte Türkiye Türkçesi de, İslâmî kültür unsurlarının Türkçe üstünde hakimiyetinin zayıfladığı devrede, Batılı kültür unsurlarının girmesiyle ortaya çıkmıştır Türkçe, bundan böyle, Batı dillerinden girecek olan kelimelere, yeni kavramlara kapısını açmış olur Bu devrede Türk cümlesi kısalmış, tümce unsurları yerli yerine oturmuştur Osmanlıca'dan Türkiye Türkçesi'ne geçiş, yazı dilinin, hitabe diline yaklaştırılmasıyla başlamıştır Türkiye Türkçesi'nde bugün kullandığımız Türk yazı dili, esas olarak İstanbul ağzına dayanmaktadır Osmanlıca'nın son devresinde, Arapça ve Farsça'dan giren unsurlarla meydana gelen uzun ve ağdalı cümleler nasıl bir ifratsa, Türkiye Türkçesi'nin son devresinde, uydurma kelimelerle varılan, dildeki yoğunluk da bir tefrittir