nicebayan
FD Üye
- Katılım
- Ara 24, 2016
- Mesajlar
- 94,678
- Etkileşim
- 2
- Puan
- 38
- Yaş
- 37
- Web sitesi
- nicebayan.com
- F-D Coin
- 95
HASAN SEZÂÎ
İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden İsmiHasan bin Ali, mahlası Sezâî'dir Tasavvufta Gülşenî yoluna mensûb idi 1669 (H1080) yılında Gördes'de doğdu Şehrin bugünkü adı Korent olup, Yunanistan sınırları içinde kalmıştır 1738 (H1151) senesinde Edirne'de vefât ettiKendi ismi ile anılan dergâhının bahçesinde defnedildi
Hasan Sezâî, on sekiz yaşına dek doğum yeri olan Gördes'te kaldı 1687 senesinde Venedikliler o beldeyi istilâ edince, gemi ile Gördes'ten İstanbul'a geldi Seyahat esnâsında, Halvetiyye yolunun büyüklerinden biri ile tanışıp sohbetinde bulundu Hasan Sezâî, genç ve yakışıklı olmakla, zâhirî güzelliğe sâhib olduğu gibi, edeb ve ahlâkının fevkalâde olması ve mükemmel terbiye edilmesiyle bâtınî güzelliğe, kalb ve rûh temizliğine sâhib idi Kavrama ve istidâdının pekçok olması, ilerde yüksek ilmî mertebelere yükseleceğini gösteriyordu
İstanbul'dan Edirne'ye geçen HasanSezâî bir taraftan oradaki âlimlerden zâhirî ilimleri tahsîl ederken, öteki yana kendisini tasavvuf yolunda yetiştirip, mânevî edep verecek bir kılavuz aradı Gemi yolculuğu esnâsında tanıştığı zâtın tesiri ve gördüğü bir rüyâdaki işâret üstüne, Âşık Mûsâ Dergâhında bulunan Şeyh Muhammed Sırrî Efendiye talebe olup bir müddet hizmetinde bulundu Muhammed Sırrî'nin vefâtından sonradan onun vekîli olup, yerine geçen Muhammed La'lî Fenâî Efendiye bağlandı Muhammed La'lî Efendi aslenKastamonulu olup, Edirne'de Şeyh Şücâ' Zâviyesinde talebe yetiştirmekle meşgûl idi Hasan Sezâî'ye dergâhın vakıflarının icârlarını toplamak vazifesi verildi Bunun için Sezâî'ye; Câbî Büyükbaba Efendi de denilmiştir Hasan Sezâî ondan mezun olup, Gülşenî Veli DedeDergâhının şeyhi oldu Buradaki vazifesi altı ayı dolunca, hocası Muhammed La'lî'nin halîfesi olan Muhammed Hamdi Efendi vefât etti Bunun üstüne Sezâî onun yerine geçti
Hasan Sezâî Efendi bir gün talebeleriyle sohbet ederken kalp gözüyle hocası La'lî Efendinin vefât ettiğini anlayıp, şiddetli üzüntüye kapıldı ve kendinden geçerek yere düştü Bu esnâda bir dişi kırıldı ve bu dişi bir tahtaya saplandı Günümüzde de bu kadınsı, mihrâbın sağ tarafında bulunmakta ve ziyâret edenler kadar görülmektedir
Hasan Sezâî Efendi bir araİstanbul'a gelmişti Daha önce Edirne'de iken ismi baştan duyulmuş olduğundan, İstanbul'a gelince, birçok kimse onu görmek arzusu ile bulunduğu yere akın etti Lakin o, tevâzusunun çokluğundan, gâyet sâkin idi Böyle gelip sohbette bulunanlardan bâzılarının kalbine, HasanSezâî'yi tahmin ettikleri gibi bulamama düşüncesi geldi O gece bu kimselerin herbiri, rüyâlarında, Resûlullah efendimizi ziyâret için Medînei münevvereye gittiklerini, fakat kapıda HasanSezâî'nin bulunduğunu ve huzûrı seâdete girebilmek için onun yardımı gerektiğini gördüler Ertesi gün rüyâlarını birbirine anlattıklarında, hepsinin benzer rüyâyı gördükleri anlaşıldı BöyleceHasan Sezâî hazretlerinin, Resûlullah efendimizin vârisi olan büyük âlimlerden olduğunu yakînen anladılar
Hasan Sezâî hazretleri daha sonra Mısır'a gitti Kâhire'de, Gülşenî Dergâhında vazîfe yapan İbrâhim Çelebi kadar, Gülşenî tarîkatinde ikinci pîr olarak kabûl edildi
Hasan Sezâî Efendi, gâyet kibâr, asîl ve ihtişam sâhibi, iyi ahlâklı, fazla zekî ve yakışıklı bir zât idi Edirne'deki dergâhında 53 yıl talebe yetiştirdi Talebelerinin sayısının beş yüz bini bulduğu ve bunların yiyip içmelerinin bana kalırsa kendisi kadar karşılandığı bilinmektedir İlme fazla hizmet ettiDergâhın yanına bir sebzeci dükkanı vardı Bir gün talebeleri ile sohbet ederken o dükkana bakarak şu şiiri söyledi:
Derd ile dâim yanmakta bu dil
Aşkın nârına olmuşlar fitil
Pervâneönad olmaya vâsıl
Şem'i cemâle sûzana geldik
Cismimiz bunda, canımız onda,
Gevherimizin aslı ol kânda
Sezâî, şu anda biz bu dükkanda,
Birazcık eylenip seyrâne geldik
Talebeleri önce bu sözlerin hikmetini anlayamamışlardı Fakat fazla geçmeden dükkanın yeri satın alınarak dergâha ilâve olundu ve Sezâî Efendi vefât edince o yere defnolundu Yerine oğlu Muhammed Sâdık Efendi geçti Bundan sonradan gelen torunları da, asırlar baştan başa ilme hizmet etmişler, Edirne'de ilim ve feyz kaynağı olmuşlardır
Hasan Sezâî Efendinin menkıbe ve kerâmetleri pekçoktur
Rivâyet edilir ama: Zamânın Edirne vâlisi, adamlarından ikisine birer kese altın vererek; Gidiniz Bunların birini Güzelcebaba'daki dergâhın şeyhi Enis Dede'ye, diğerini de Bostanpazarı'ndaki Hasan Sezâî'ye verinizdedi Vazifeliler Enis Büyükbaba'ye gelip parayı saptamak istediklerinde, Enis Dede; Evlâdım, vâli paşaya selâmlarımı söyleyiniz Biz bir şeyimiz kalmadığı vakit sâhib olduklarımıza bakarız ve Rabbimize şükrederek ne değin çok nimete kavuştuğumuzu anlarız Siz lütfen bunu muhtâc birine veriniz O süre ben de hoşnut olurumdedi Bunun üzerine oradan ayrılan vazifeliler Hasan Sezâî'nin dergâhına içten yola çıktılar
Bu sırada Sezâî Efendi dergâhının esnafa olan borçları birikmiş olduğundan, bâzı esnaf, alacaklarını arzu etmek üzere dergâha gelmişlerdi HasanSezâî alacaklıları iltifât ile karşılıyarak; Buyurunuz Lütfen oturunuz Paranız varmak üzeredirdedi Hasan Sezâî'nin yanında para olmadığını haberdar olan talebeleri bu alacaklıların sıkıştırmasından, bu sebeple hocalarının zor durumda kalacağından dolayı ağlayan idiler Eksik sonradan vâlinin adamları geldiler Hasan Sezâî onları görünce; Nerede kaldınız evlâtlarım Bizleri beklettiniz Şu altınları verin de alacaklıların hesaplarını kapatalım Kendilerini bekletmeyelimdedi Oradakiler Sezâî hazretlerinin bu kerâmeti aleyhinde şaşa kaldılar Tümü onun talebesi oldular
Hasan Sezâî hazretlerinin hayâtında fazla kerâmetleri görüldüğü gibi vefâtından sonra da böyle fevkalâde hâlleri, kerâmetleri çok görülmüştür Vefâtından yüz yıl kadar sonra, Kabrini su basmıştı Dergâhın bulunduğu yerdeki câminin hatîbi rüyâda birkaç defâ îkâz olundu Bunun üzerine, hürmetle ve hükümetin de mâlûmâtı olarak, tasavvuf ehli zâtların da huzûrunda, besmele ile mezar açıldı bu vesileyle Hasan Sezâî'nin cesedi de göründü Vefâtından sonra aradan yüz küsûr sene geçmiş olmasına rağmen, vücûdu eskisi gibi duruyordu Kabirden alınıp tabi tarafta bir odaya kondu Oraya konulduğu anda etrafı fazla güzel bir koku kapladı Mezar tâmir edilip ve su basması önlendikten daha sonra yeniden benzer kabre defnolundu Bu hâli gören ve duyanların muhabbet ve bağlılıkları daha da arttı
SefînetülEvliyâ kitabının müellifi Hüseyin Vassâf Halvetî şöyle anlatır: 1906 senesinde Sezâî hazretlerinin türbesini ziyâret için Edirne'ye gitmiştim Ziyâret esnâsında duyduğum, hissettiğim mânevî haz o kadar yüksekti Başucundaki taşın üzerine kutubluk alâmeti olmak üzere siyah bir sarık sarılmıştı Bu ziyâretim mânevî bir hava içerisinde geçti
Edirne'ye daha sonraları birkaç defâ gittim Son ziyâretim 1922 senesinde oldu Sezâî Efendinin güzel kokulu türbesini ziyâretle şereflendim O sıralarda türbeye bakmakla vazifeli olanlar her nasılsa dünyâya düşkün kimseler olduğundan, onların alâkasızlığı ve lâkayd hâlleri nedeniyle türbe ihmal edilmiş hâldeydi İçeriyi örümcek ve tozlar kaplamıştı Cildleri bozulmuş, sahifeleri eskimiş Kur'ânı kerîmler de ortalıkta duruyordu Bu duruma çok üzüldüm Hattâ bir kimse içeriye değin girmiş, sandukanın üzerinde örtülü bulunan kıymetli kumaşın yarısını keserek, götürüp satmıştı Bunu öğrenince üzüntüm daha da arttı Çok mahzûn oldum Böyle yüksek bir zâtın türbesinin bu derece ilgisizlik içinde bulunması ne dek acıydı Mahallî vakıfların bozulması ve dergâha bakanların geçim derdine düşmeleri, türbeye hizmeti aksatmıştı Derhal türbeyi arındırmak için teşebbüse geçtim Allahü teâlânın izni ve yardımı ile türbeyi lâyık olduğu hâle getirdik
Hasan Sezâî Efendi uzaktan bir yere gittiğinde oğullarına ve talebelerine yoksa uzaktan bulunan sevdiklerine mektuplar gönderir, onların dînin dikte ve nehiylerini yerine getirmekte çaba ve şevklerini artırırdı
Oğluna yazdığı bir mektuptan bâzı kısımlar:
Gözümün nûru evlâdım Her hâlinle seni cenâbı Hakk'a emânet ettim Kalb gözün açık olsun Mahlûklara güzel ahlâk ile muâmele edesin Bütün amellerin en güzeli, güzel huylu olmaktır Dili tatlı olanın dostu fazla olur, buyrulmuştur Dâimâ insanların aybını gizle Kimsenin aybını yüzüne dövme Gadab ve kızgınlığını yenmeye çalış İhtiyârlara karşısında hürmet et Bir fakir gördüğün süre, gücün yettiği değin elinde bulunandan yardımda bulun Bunlara riâyet edersen ömrün uzun olur, Adalet teâlâ yeniden seni azîz eder
Dâimâ affedici ol Vasiyetlerimi tutarsan dünyâda bakımlı ve muhterem, âhirette de mükerrem olur ve rızâmı kazanırsın Dâimâ îtikâdı akıcı, sâlih kimselerle birlikte bulun Dünyâ fânîdir Ne sana kalır ne de başkasına Bâkî kalacak şey, Allahü teâlâ için olan muhabbettir*
İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden İsmiHasan bin Ali, mahlası Sezâî'dir Tasavvufta Gülşenî yoluna mensûb idi 1669 (H1080) yılında Gördes'de doğdu Şehrin bugünkü adı Korent olup, Yunanistan sınırları içinde kalmıştır 1738 (H1151) senesinde Edirne'de vefât ettiKendi ismi ile anılan dergâhının bahçesinde defnedildi
Hasan Sezâî, on sekiz yaşına dek doğum yeri olan Gördes'te kaldı 1687 senesinde Venedikliler o beldeyi istilâ edince, gemi ile Gördes'ten İstanbul'a geldi Seyahat esnâsında, Halvetiyye yolunun büyüklerinden biri ile tanışıp sohbetinde bulundu Hasan Sezâî, genç ve yakışıklı olmakla, zâhirî güzelliğe sâhib olduğu gibi, edeb ve ahlâkının fevkalâde olması ve mükemmel terbiye edilmesiyle bâtınî güzelliğe, kalb ve rûh temizliğine sâhib idi Kavrama ve istidâdının pekçok olması, ilerde yüksek ilmî mertebelere yükseleceğini gösteriyordu
İstanbul'dan Edirne'ye geçen HasanSezâî bir taraftan oradaki âlimlerden zâhirî ilimleri tahsîl ederken, öteki yana kendisini tasavvuf yolunda yetiştirip, mânevî edep verecek bir kılavuz aradı Gemi yolculuğu esnâsında tanıştığı zâtın tesiri ve gördüğü bir rüyâdaki işâret üstüne, Âşık Mûsâ Dergâhında bulunan Şeyh Muhammed Sırrî Efendiye talebe olup bir müddet hizmetinde bulundu Muhammed Sırrî'nin vefâtından sonradan onun vekîli olup, yerine geçen Muhammed La'lî Fenâî Efendiye bağlandı Muhammed La'lî Efendi aslenKastamonulu olup, Edirne'de Şeyh Şücâ' Zâviyesinde talebe yetiştirmekle meşgûl idi Hasan Sezâî'ye dergâhın vakıflarının icârlarını toplamak vazifesi verildi Bunun için Sezâî'ye; Câbî Büyükbaba Efendi de denilmiştir Hasan Sezâî ondan mezun olup, Gülşenî Veli DedeDergâhının şeyhi oldu Buradaki vazifesi altı ayı dolunca, hocası Muhammed La'lî'nin halîfesi olan Muhammed Hamdi Efendi vefât etti Bunun üstüne Sezâî onun yerine geçti
Hasan Sezâî Efendi bir gün talebeleriyle sohbet ederken kalp gözüyle hocası La'lî Efendinin vefât ettiğini anlayıp, şiddetli üzüntüye kapıldı ve kendinden geçerek yere düştü Bu esnâda bir dişi kırıldı ve bu dişi bir tahtaya saplandı Günümüzde de bu kadınsı, mihrâbın sağ tarafında bulunmakta ve ziyâret edenler kadar görülmektedir
Hasan Sezâî Efendi bir araİstanbul'a gelmişti Daha önce Edirne'de iken ismi baştan duyulmuş olduğundan, İstanbul'a gelince, birçok kimse onu görmek arzusu ile bulunduğu yere akın etti Lakin o, tevâzusunun çokluğundan, gâyet sâkin idi Böyle gelip sohbette bulunanlardan bâzılarının kalbine, HasanSezâî'yi tahmin ettikleri gibi bulamama düşüncesi geldi O gece bu kimselerin herbiri, rüyâlarında, Resûlullah efendimizi ziyâret için Medînei münevvereye gittiklerini, fakat kapıda HasanSezâî'nin bulunduğunu ve huzûrı seâdete girebilmek için onun yardımı gerektiğini gördüler Ertesi gün rüyâlarını birbirine anlattıklarında, hepsinin benzer rüyâyı gördükleri anlaşıldı BöyleceHasan Sezâî hazretlerinin, Resûlullah efendimizin vârisi olan büyük âlimlerden olduğunu yakînen anladılar
Hasan Sezâî hazretleri daha sonra Mısır'a gitti Kâhire'de, Gülşenî Dergâhında vazîfe yapan İbrâhim Çelebi kadar, Gülşenî tarîkatinde ikinci pîr olarak kabûl edildi
Hasan Sezâî Efendi, gâyet kibâr, asîl ve ihtişam sâhibi, iyi ahlâklı, fazla zekî ve yakışıklı bir zât idi Edirne'deki dergâhında 53 yıl talebe yetiştirdi Talebelerinin sayısının beş yüz bini bulduğu ve bunların yiyip içmelerinin bana kalırsa kendisi kadar karşılandığı bilinmektedir İlme fazla hizmet ettiDergâhın yanına bir sebzeci dükkanı vardı Bir gün talebeleri ile sohbet ederken o dükkana bakarak şu şiiri söyledi:
Derd ile dâim yanmakta bu dil
Aşkın nârına olmuşlar fitil
Pervâneönad olmaya vâsıl
Şem'i cemâle sûzana geldik
Cismimiz bunda, canımız onda,
Gevherimizin aslı ol kânda
Sezâî, şu anda biz bu dükkanda,
Birazcık eylenip seyrâne geldik
Talebeleri önce bu sözlerin hikmetini anlayamamışlardı Fakat fazla geçmeden dükkanın yeri satın alınarak dergâha ilâve olundu ve Sezâî Efendi vefât edince o yere defnolundu Yerine oğlu Muhammed Sâdık Efendi geçti Bundan sonradan gelen torunları da, asırlar baştan başa ilme hizmet etmişler, Edirne'de ilim ve feyz kaynağı olmuşlardır
Hasan Sezâî Efendinin menkıbe ve kerâmetleri pekçoktur
Rivâyet edilir ama: Zamânın Edirne vâlisi, adamlarından ikisine birer kese altın vererek; Gidiniz Bunların birini Güzelcebaba'daki dergâhın şeyhi Enis Dede'ye, diğerini de Bostanpazarı'ndaki Hasan Sezâî'ye verinizdedi Vazifeliler Enis Büyükbaba'ye gelip parayı saptamak istediklerinde, Enis Dede; Evlâdım, vâli paşaya selâmlarımı söyleyiniz Biz bir şeyimiz kalmadığı vakit sâhib olduklarımıza bakarız ve Rabbimize şükrederek ne değin çok nimete kavuştuğumuzu anlarız Siz lütfen bunu muhtâc birine veriniz O süre ben de hoşnut olurumdedi Bunun üzerine oradan ayrılan vazifeliler Hasan Sezâî'nin dergâhına içten yola çıktılar
Bu sırada Sezâî Efendi dergâhının esnafa olan borçları birikmiş olduğundan, bâzı esnaf, alacaklarını arzu etmek üzere dergâha gelmişlerdi HasanSezâî alacaklıları iltifât ile karşılıyarak; Buyurunuz Lütfen oturunuz Paranız varmak üzeredirdedi Hasan Sezâî'nin yanında para olmadığını haberdar olan talebeleri bu alacaklıların sıkıştırmasından, bu sebeple hocalarının zor durumda kalacağından dolayı ağlayan idiler Eksik sonradan vâlinin adamları geldiler Hasan Sezâî onları görünce; Nerede kaldınız evlâtlarım Bizleri beklettiniz Şu altınları verin de alacaklıların hesaplarını kapatalım Kendilerini bekletmeyelimdedi Oradakiler Sezâî hazretlerinin bu kerâmeti aleyhinde şaşa kaldılar Tümü onun talebesi oldular
Hasan Sezâî hazretlerinin hayâtında fazla kerâmetleri görüldüğü gibi vefâtından sonra da böyle fevkalâde hâlleri, kerâmetleri çok görülmüştür Vefâtından yüz yıl kadar sonra, Kabrini su basmıştı Dergâhın bulunduğu yerdeki câminin hatîbi rüyâda birkaç defâ îkâz olundu Bunun üzerine, hürmetle ve hükümetin de mâlûmâtı olarak, tasavvuf ehli zâtların da huzûrunda, besmele ile mezar açıldı bu vesileyle Hasan Sezâî'nin cesedi de göründü Vefâtından sonra aradan yüz küsûr sene geçmiş olmasına rağmen, vücûdu eskisi gibi duruyordu Kabirden alınıp tabi tarafta bir odaya kondu Oraya konulduğu anda etrafı fazla güzel bir koku kapladı Mezar tâmir edilip ve su basması önlendikten daha sonra yeniden benzer kabre defnolundu Bu hâli gören ve duyanların muhabbet ve bağlılıkları daha da arttı
SefînetülEvliyâ kitabının müellifi Hüseyin Vassâf Halvetî şöyle anlatır: 1906 senesinde Sezâî hazretlerinin türbesini ziyâret için Edirne'ye gitmiştim Ziyâret esnâsında duyduğum, hissettiğim mânevî haz o kadar yüksekti Başucundaki taşın üzerine kutubluk alâmeti olmak üzere siyah bir sarık sarılmıştı Bu ziyâretim mânevî bir hava içerisinde geçti
Edirne'ye daha sonraları birkaç defâ gittim Son ziyâretim 1922 senesinde oldu Sezâî Efendinin güzel kokulu türbesini ziyâretle şereflendim O sıralarda türbeye bakmakla vazifeli olanlar her nasılsa dünyâya düşkün kimseler olduğundan, onların alâkasızlığı ve lâkayd hâlleri nedeniyle türbe ihmal edilmiş hâldeydi İçeriyi örümcek ve tozlar kaplamıştı Cildleri bozulmuş, sahifeleri eskimiş Kur'ânı kerîmler de ortalıkta duruyordu Bu duruma çok üzüldüm Hattâ bir kimse içeriye değin girmiş, sandukanın üzerinde örtülü bulunan kıymetli kumaşın yarısını keserek, götürüp satmıştı Bunu öğrenince üzüntüm daha da arttı Çok mahzûn oldum Böyle yüksek bir zâtın türbesinin bu derece ilgisizlik içinde bulunması ne dek acıydı Mahallî vakıfların bozulması ve dergâha bakanların geçim derdine düşmeleri, türbeye hizmeti aksatmıştı Derhal türbeyi arındırmak için teşebbüse geçtim Allahü teâlânın izni ve yardımı ile türbeyi lâyık olduğu hâle getirdik
Hasan Sezâî Efendi uzaktan bir yere gittiğinde oğullarına ve talebelerine yoksa uzaktan bulunan sevdiklerine mektuplar gönderir, onların dînin dikte ve nehiylerini yerine getirmekte çaba ve şevklerini artırırdı
Oğluna yazdığı bir mektuptan bâzı kısımlar:
Gözümün nûru evlâdım Her hâlinle seni cenâbı Hakk'a emânet ettim Kalb gözün açık olsun Mahlûklara güzel ahlâk ile muâmele edesin Bütün amellerin en güzeli, güzel huylu olmaktır Dili tatlı olanın dostu fazla olur, buyrulmuştur Dâimâ insanların aybını gizle Kimsenin aybını yüzüne dövme Gadab ve kızgınlığını yenmeye çalış İhtiyârlara karşısında hürmet et Bir fakir gördüğün süre, gücün yettiği değin elinde bulunandan yardımda bulun Bunlara riâyet edersen ömrün uzun olur, Adalet teâlâ yeniden seni azîz eder
Dâimâ affedici ol Vasiyetlerimi tutarsan dünyâda bakımlı ve muhterem, âhirette de mükerrem olur ve rızâmı kazanırsın Dâimâ îtikâdı akıcı, sâlih kimselerle birlikte bulun Dünyâ fânîdir Ne sana kalır ne de başkasına Bâkî kalacak şey, Allahü teâlâ için olan muhabbettir*