iltasyazilim
FD Üye
Hâlidi Bağdâdî Hazretleri buyurur:
“Kim beni seviyorsa, Sünneti Seniyye’ye ittibâ ve hüsni hâtime hususunda muvaffak olmam için duâ etsin! Ben de aynı şekilde ona duâ ediyorum1
Mü?minin bu fânî âlemdeki en büyük gâyesi, insanın yaratılış maksadı olan Hakk?a kulluğu lâyıkıyla yaşayabilmektir Böylece Cenâbı Hakk?ın rızâsını tahsil ederek îman selâmetiyle son nefesini verebilmektir
Buna muvaffak olabilmek için; ibadet, tâat, ahlâk ve muâmelât hususunda elimizden gelen maddîmânevî bütün gayreti büyük bir îman vecdiyle sergileyip dâimâ Cenâbı Hakk?ın rahmetine sığınmamız îcâb eder Fakat buna ilâveten, kalbi Allah ile beraber olan sâlih mü?minlerin samimî duâlarını alabilmek de, büyük bir nîmettir
Mü?minlerin birbirleri için duâ etmelerinin, nasıl bir rahmet vesîlesi olduğunu, Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle beyan buyurmaktadır:
“Bir mü?minin bir mü?mine, gıyâbında yaptığı duâsından daha çabuk kabul edilen hiçbir duâ yoktur (Tirmizî, Birr, 50)
Bunun hikmetini, Mevlânâ Hazretleri?nin Mesnevî?sinde naklettiği şu hâdise, ne güzel îzâh etmektedir:
“Cenâbı Hak;
«?Ey Mûsâ! Bana günah işlemediğin, kötü söz söylemediğin bir ağızla duâ et ve sığın!» buyurdu
Hazreti Mûsâ aleyhisselâm;
«?Benim öyle bir ağzım yok ki» deyince, Cenâbı Hak;
«?Öyle ise Bana başkalarının ağzı ile duâ et!» buyurdu
Çünkü sen, başkasının ağzıyla günah işlemediğin için, o ağız senin için temizdir, günahsızdır
İnsanlara öyle davran ki, onların ağzı gecegündüz senin için duâ etsin…
Diğer taraftan, hiçbir mü?min, kendisini din kardeşlerinin duâsından müstağnî göremez Kim olursa olsun her mü?min, buna muhtaçtır
Bilhassa Cenâbı Hakk?ın rızâsı istikâmetinde yaşayıp son nefesi îman ile verebilmek hususunda, evliyâullah ve sâlih mü?minler bile kendilerini teminat altında görmemiş, bu hususta muvaffak olabilmek için, din kardeşlerinden duâ talep etmişlerdir
Nitekim, ömrü Hak yolunda hizmetle geçmiş olan Hâlidi Bağdâdî Hazretleri gibi mümtaz bir şahsiyet bile, her fırsatta din kardeşlerinden duâ talebinde bulunmuştur Onun, sevdiklerine yaptığı vasiyetlerinden biri şöyledir:
“İmkânı bulunan ve muhabbetinde sâdık olan kişilerin, kurbanlar kesip sevâbını bana hediye etmesini isterim Bâzı sekir ehlinin dediği gibi; «Arkamdan sadaka gönderilmesine ve Kur’ân okunmasına ihtiyacım yok!» demiyorum Bilâkis, Fâtiha ve İhlâsı Şerîf’lere çok ihtiyacım var…
Din kardeşlerinden duâ talebinde bulunmak, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?in güzel sünnetlerinden biridir
Nitekim Hazreti Ömer radıyallâhu anh umre yapmak için izin istediğinde Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:
“–Sevgili kardeşim, bizi de duâdan unutma! buyurmuştur
Bu iltifata mazhar olan Hazreti Ömer radıyallâhu anh da:
“–Hazreti Peygamber’in bana bu hitâbı, benim için dünyaya bedeldir Dünyayı verselerdi bu kadar sevinmezdim! diyerek Efendimiz?in böyle bir teveccühüne mazhar olmanın, kendisi için ne büyük bir mânâ ifâde ettiğini dile getirmiştir (Bkz Ebû Dâvûd, Vitir, 231498; Tirmizî, Deavât, 1093562)
Yine Rasûli Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, Veysel Karânî Hazretleri’ne hırkasını gönderip:
“–Bunu giysin ve ümmetime duâ etsin! buyurmuştur (Müslim, Fedâilü’sSahâbe, 223225)
Görüldüğü üzere, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Fahri Kâinât Efendimiz bile, bütün izzet ve şerefini kendisine bağlılığa borçlu olan sâlih mü?minlerden duâ talebinde bulunmuştur
Mü?minin, din kardeşinden duâ talebinde bulunmasında pek çok hikmet vardır:
Bu, bir taraftan duâsı talep edilen kimselere verilen değeri gösterip gönüller arasındaki muhabbeti daha da kuvvetlendirirken, diğer taraftan da duâ isteyen kişinin tevâzû ve mahviyetini gösteren, yüksek bir kulluk edebidir
Bir başka cihetten bakıldığında ise, kul ne kadar sâlih biri olursa olsun, hiçbir zaman kendi gayretini kâfî görmeyip Cenâbı Hakk?ın rahmetini celbedecek bütün vesîlelere, dört elle sarılması gerektiğinin bir ifadesidir
Öte yandan; “Her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bilmek düstûrunca, kimin duâsı hürmetine murâdımızın hâsıl olacağı da meçhuldür Dolayısıyla insanlar nazarında değer verilmeyen, hattâ hor görülen nice gariplerin, Hak katında “naz ehli kullar olabileceği ihtimâlini göz ardı etmemek gerekir Bilhassa öyle garip kulları arayıp onların samimî niyazlarından müstefîd olmaya gayret etmek îcâb eder
Nitekim kuraklık zamanı yapılan istisk?, yani “yağmur duâsına, duâya daha da makbûliyet kazandırmak niyetiyle mütevâzı ve boynu bükük bir hâlde gitmek, ihtiyarları ve çocukları, hattâ yavrularıyla birlikte hayvanları da götürmek müstehab görülmüş,2 onlar vesîlesiyle Cenâbı Hakk?a ilticâ etmek, güzel bir usûl olarak kabûl edilmiştir
Günümüzde; evini, yurdunu, malınımülkünü, her şeylerini geride bırakarak binbir çile ve ıztırap içinde memleketimize ilticâ eden Sûriyeli muhâcir kardeşlerimizin hayırduâlarını alabilmek de büyük bir rahmet vesîlesidir Zira o mülteci kardeşlerimiz, bizler için sanki 14 asır evvelki Muhâcirler hükmündedir
Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz de, Allah?tan zafer ve yardım talep ederken muhâcirlerin fakirleri vesîlesiyle niyazda bulunur ve şöyle buyururdu:
“Bana zayıfları çağırınız Çünkü siz, ancak zayıflarınız(ın duâ ve bereketi) ile rızıklandırılır ve yardım edilirsiniz… (Ebû Dâvûd, Cihâd, 70; Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 198)
Velhâsıl, toplum nezdinde mûteber bir makam ve varlıkları bulunmayan, boynu bükük, kalbi kırık, fakat tevekkül, teslîmiyet, kanaat ve takdîre rızâ ile gönlü zengin olan mü?minlerin tevessülüyle yapılacak duânın, kabûle daha yakın olduğu muhakkaktır
Şeyh Sâdî, bu sırra işaret sadedinde ne güzel buyurur:
“Hak dostları, kimsenin uğramadığı dükkânlardan alışveriş ederler Yani kimsenin kıymetini bilmediği garip ve kimsesizleri bularak onlara iyilik ve ihsanlarda bulunmak sûretiyle, o muzdariplerin hayırduâlarını alırlar
Bu itibarla kalbi kırıkların, kimsesizlerin, gariplerin ve bîçârelerin hayırduâlarını alabilmek; muhteşem bir âhiret hazinesine sahip olmak demektir
Şu da bir hakîkattir ki, duânın kabûlünü temin eden asıl müessir; ihlâs, yani samimiyettir Bu demektir ki, hatâ ve kusurlardan kurtulamamış bir mü?minin, din kardeşi için cân u gönülden yapacağı samimî bir duâ, bir başkasının gönülsüz yapacağı duâsından daha makbuldür Zira bir mü?min, ne kadar kusurlu, hattâ günahkâr olsa da, bu hâl, Cenâbı Hakk’ın onu terk etmiş olduğu mânâsına gelmez Bir şahsın, kimin duâsı hürmetine murâdına nâil olacağını, yalnız Allah Teâlâ bilir Bu sebeple, kim olursa olsun mü?minlerin samimî duâlarında yer bulabilmenin kıymetini idrâk etmeliyiz
Hâlidi Bağdâdî Hazretleri buyurur:
“Bu fakir kul, fâsık bir mü’min gördüğümde, mutlakâ onun benden daha iyi olduğuna inanırım Çünkü onun îmânı sâbit, günahı ise benden gizlidir Benim nefsimin kötülükleri ise bana âşikârdır
Son nefes(te kimin kurtulacağı) meçhuldür Nice fâsık ve fâcir var ki, kâmil velîlerden olmuştur Nice verâ sahibi sâlih kişiler de vardır ki, aşağıların en aşağısına düşmüşlerdir3
Bir mü?minin, hatâ ve kusurlarını gördüğü din kardeşini, tenhâ bir yerde, münâsip bir dil ve üslûb ile îkaz etmesi; kardeşlik hukukunun bir gereğidir Fakat böyle bir gayrette bulunmadan, hatâ ve kusurları sebebiyle bir din kardeşini hemen kınayıp küçük görmek, dolaylı yoldan kendini büyük görmeye, yani kibre yol açar İbâdullâhı istihk?r, yani Allâh?ın kullarını hakir görmek ise, en büyük günahlardan biridir Nitekim âyeti kerîmede:
“İnsanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden herkesin vay hâline! (elHümeze, 1) buyrulmaktadır
Bu sebeple mü?min, başkalarını küçük görmekten titizlikle sakınmalı, âdeta dikkatli ve hassas bir memur gibi, kalbinin kapısında bekçilik edip o kapıdan içeriye, gurur, kibir ve enâniyetin kırıntısını bile sokmamaya gayret etmelidir Derin bir tefekkür ve murâkabe ile her an gönlünü yoklayıp kendi hatâ ve kusurlarının ıslâhı ile meşgul olmalıdır
Bu hassasiyetten uzaklaşan insan; en mühim kulluk edebi olan “tevâzû ve “mahviyeti kaybeder “Korku ve “ümit duyguları arasında titremesi gereken kalbine, gaflet ve rehâvet perdeleri iner Fâsıkların hâline bakıp kendisini üstün görmeye, yaptığı azıcık amelini ebedî kurtuluşu için kâfî zannetmeye başlar
Hâlbuki son nefese kadar her insanın imtihanı devam etmektedir Kimin sırâtı müstakîm üzere sâbit kadem kalıp kimin ayağının kayacağı, yani son nefeste kimin kurtulanlardan olacağı belli değildir
Nitekim Cenâbı Hak, Kur?ânı Kerîm?de, Firavun?un sihirbazları misâlinde olduğu gibi, ömrünün büyük kısmını dalâlet girdaplarında tüketip son anda hidâyetle şereflenerek sâhili selâmete çıkanları bildirmektedir
Yine bunun zıddına, önceleri sâlih bir yaşantısı varken, son demlerinde Allâh?ın lûtfettiği imkânları nefsine izâfe ederek gurur ve kibrinin kulukölesi, hevâ ve hevesinin putperesti olan Bel?am bin Bâûrâların, Kârunların hazin âkıbetini haber vermektedir
Hadîsi şerîfte de, önceleri “mescid kuşu diye anılan Sâlebe?nin, dünyalık hırsına kapılınca nasıl gözünün döndüğü, neticede büyük bir hüsrana dûçâr olduğu, bir ibret levhası hâlinde tasvir edilmektedir4
Şu hâdise, Hak dostlarının gönüllerindeki son nefes endişesinin, kendilerini nasıl bir tevâzû ve hiçlik iklimine sevk ettiğinin bâriz bir misâlidir:
Cüneydi Bağdâdî Hazretleri, Yemen çöllerinde gezerken bir av köpeği görmüş Bakmış ki dişleri dökülmüş, pençesinde kuvvet kalmamış, miskinleşmiş, kocamış bir tilkiye dönmüş Vaktiyle yaban öküzlerine, geyiklere meydan okuyup onları avlarken; şimdi ev koyunlarından tos yemeye başlamış
Cüneydi Bağdâdî Hazretleri, o köpeği öyle zavallı, bitkin ve hâlsiz görünce, kendi azığından ona bir parça vermiş Ve bu köpeğe karşı hüzünle şu sözleri söylemiş:
“?Ey köpek! Bilmem ki yarına ikimizden hangimiz daha iyi çıkacak? Zâhire bakılırsa bugün insan olduğum için ben senden iyiyim Fakat bilmem ki, kazâ ve kader başıma ne getirecek! Eğer îmânımın ayağı kaymazsa, başıma Cenâbı Hakk’ın affı tâcını giyeceğim Eğer üzerimdeki mârifet kisvesi soyulacak olursa, senden çok aşağı olacağım Zira köpek ne kadar kötü huylu olursa olsun, onu Cehennem?e atmazlar…
Dolayısıyla hiç kimse bugünkü iyi hâline bakıp kendini, ebedî kurtuluşu garantilemiş olarak görmemeli, son nefese kadar korku ve ümit duyguları içinde Hakk?a kulluğa devam etmelidir
Hak dostlarından Süfyânı Sevrî Hazretleri’nin genç yaşta beli bükülmüştü Sebebini soranlara şöyle derdi:
“–Kendisinden ilim tahsil ettiğim bir hocam vardı Vefâtı esnâsında ona telkinde bulunduğum hâlde bir türlü kelîmei tevhîdi söyleyemedi İşte bu hâli görmek, benim belimi büktü5
İnsan, dünyevî bir diploma aldığında, o diploma, hayatı boyunca geçerliliğini korur Fakat mânevî hayatta durum böyle değildir Kazanılan hâl ve makâmın, her an kaybedilme tehlikesi vardır Bu itibarla, son nefese kadar kalbî teyakkuz hâlinde bulunmak zarûrîdir
Zira zerre hâdiseler vardır ki kulu büyük mükâfatlara nâil eder; yine zerre hâdiseler vardır ki büyük bir âzâba dûçâr eder
Nitekim bir hadîsi şerîfte bildirildiği üzere, susuz kalmış bir köpeğe su veren günahkâr bir kadın, bu merhameti sebebiyle affedilerek Cennetlik olmuştur
O günahkâr kul, susuzluktan diliyle nemli toprağı yalayan köpeği görünce merhamete gelmiş, hemen su kuyusuna inmiş, başka bir kap bulamadığı için ayakkabısına su doldurmuş, onu ağzına alarak yukarı çıkarmış ve Allâh?ın o susuz mahlûkunu, hiçbir dünyevî menfaati olmadığı hâlde, sırf rızâyı ilâhî için sulamıştır Bir köpeğe olan bu merhameti sebebiyle de, Cenâbı Hakk?ın af ve rızâsına nâil olmuştur 6
Demek ki rahmeti gazabını geçmiş olan ve kullarını affetmek için sayısız vesîleler halkeden Cenâbı Hak, o köpeği de, o günahkâr kulunun kurtuluşu için bir imtihan olarak karşısına çıkarmıştır O zamana kadar belki pek çok imtihanı kaybetmiş olan kul da, bu imtihan suâline doğru cevabı vererek ebedî kurtuluşa nâil olmuştur
Buna mukâbil, yine hadîsi şerîfte bildirildiği üzere, kedisinin açlığına aldırış etmeyip onun ölümüne sebep olan bir kadın da bu merhametsizliğinden ötürü Cehennemlik olmuştur 7
Yani bu kadın da, o kedinin ilâhî bir imtihan vesîlesi olarak kendisine emânet edildiğini idrâk edememiş, ona Hâlık?ın şefkat nazarıyla bakamamış, bu gafleti ve merhametsizliği sebebiyle gazabı ilâhîye dûçâr olmuştur
Şu hâdise de ne kadar ibretlidir:
İstanbul Aksaray’daki Vâlide Câmii’ni yaptırmış olan Pertevniyâl Vâlide Sultan vefât ettiğinde, sâlih bir kimse onu rüyâsında güzel bir makamda görür ve sorar:
“–Yaptırdığın câmi dolayısıyla mı Allah seni bu makâma yükseltti?
Pertevniyâl Vâlide Sultan:
“–Hayır der
O sâlih zât şaşırarak:
“–O hâlde hangi amelinle bu mertebeye nâil oldun? diye sorar
Vâlide Sultan şu ibretli cevâbı verir:
“–Çok yağmurlu bir gündü Eyüb Sultan Câmii’ne ziyarete gidiyorduk Kaldırımın kenarında oluşan su birikintisi içinde cılız bir kedi yavrusunun çırpındığını gördüm Faytonu durdurdum; yanımdaki bacıya:
«–Git de, şu kediciği alıver; yoksa zavallı yavru boğulacak!» dedim
Bacı ise:
«–Aman Sultânım! Senin de benim de üstümüz kirlenir» deyip yavruyu getirmek istemedi Bunun üzerine arabadan kendim inip çamurun içine girdim ve o kedi yavrusunu kurtardım Kedicik titriyordu Acıdım ve onu kucağıma alıp, iyice ısıttım Çok geçmeden zavallıcık canlanıverdi Allah Teâlâ, o kediye olan bu küçük hizmet ve merhametimden dolayı, bana bu yüce makâmı ihsân eyledi
Dolayısıyla, Cenâbı Hakk?ın lûtfu da kahrı da bâzen büyük, bâzen vasat, bâzen küçük gibi görülen imtihanlarda tecellî edebilir Onun için insan, hiçbir sevabı da günahı da önemsiz görmemeli, farkında olmadan “zulüm ehli oluvermekten çok korkmalı, her hâlini bu hakîkatlerle mîzân etmelidir
Yine mü?min, bu hâdiselerde olduğu gibi, Hâlık?ın şefkat nazarıyla mahlûkâta bakış tarzı kazanmalıdır Merhamete muhtaç insanlara infâk ile mükellef olduğu gibi, kapısına gelmiş olan kediköpekten bile mes?ûl bulunduğunu unutmamalıdır
Şu hâdise, bu hakîkatin ne kadar ibretli bir misâlidir:
Sahâbei kirâmdan Abdullah bin Câfer radıyallâhu anh bir seyahat esnâsında, bir hurma bahçesine uğradı Bahçenin hizmetçisi siyahî bir köle idi Köleye üç adet ekmek getirmişlerdi Bu sırada bir köpek geldi Köle, ekmeklerden birini ona attı Köpek, ekmeği yedi Öbürünü attı Onu da yedi Üçüncüyü attı Onu da yedi
Bunun üzerine Abdullah bin Câfer radıyallâhu anh ile köle arasında şöyle bir konuşma geçti:
“–Senin ücretin nedir?
“–İşte gördüğünüz üç ekmek
“–Niçin hepsini köpeğe verdin?
“–Buralarda hiç köpek yoktu Bu köpek uzaklardan gelmiş olmalı Aç kalmasına gönlüm râzı olmadı
“–Peki bugün sen ne yiyeceksin?
“–Sabredeceğim, günlük hakkımı Rabbimin bu aç mahlûkuna devrettim
Bu güzel ahlâk karşısında hayran kalan Abdullah bin Câfer radıyallâhu anh:
“–Sübhânallah! Bir de benim çok cömert olduğumu söylerler Hâlbuki bu köle benden daha cömertmiş! buyurdu
Ardından da o köleyi ve hurma bahçesini satın aldı Köleyi âzâd edip, hurmalığı ona bağışladı8
Düşünmek gerekir ki; bedenen bir köle, fakat rûhen bir mânâ sultanı olan o zât, kimden, nerede ve hangi tahsili almıştı? Bugünkü ifadesiyle, hangi fakültede doktora yapmıştı? Bu rûhî olgunluk, hangi eğitim sisteminin mahsûlüydü?
Demek ki dünyevî olarak hangi tahsili yapmış olursak olalım, her zaman muhtaç olduğumuz asıl tahsil, “mârifetullah tahsilidir Yani Cenâbı Hakk?ı kalben tanıyabilmek…
Eğer kul, Rabbini tanıyabilirse, Cenâbı Hak onun kalbine çok ayrı bir derinlik, yüksek bir ufuk ihsân eder Hakkı bâtıldan, hayrı şerden, doğruyu yanlıştan ayırt edebilecek bir “takvâ hassâsiyeti lûtfeder İnsan nasıl ateşten kaçarsa, o şekilde şerlerden kaçınma ve hayırlara koşma meziyetini, Cenâbı Hak, kulunun kalbine ilham ve ihsân eder Nitekim âyeti kerîmede buyrulur:
“Ey îmân edenler! Eğer Allah?tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar Çünkü Allah büyük lûtuf sahibidir (elEnfâl, 29)
Cenâbı Hak, hislerimizi kendi rızâsıyla te’lif buyursun Kalplerimize takvâ hassâsiyeti ihsân eylesin Müslüman olarak yaşayıp müslüman olarak can verebilmeyi cümlemize nasip ve müyesser kılsın
Âmîn!
Dipnotlar:
1 Es‘ad Sâhib, Buğyetü?lVâcid, s 246, no: 85
2 Bkz Zeylaî, Tebyîn, I, 231
3 Es‘ad Sâhib, Buğyetü?lVâcid, s 11, no: 16
4 Bkz Taberî, Câmiu’lBeyân, XIV, 370372
5 Bkz Attâr, Tezkiretü?lEvliyâ, sf 70, Erkam Yayınları, İstanbul 1984
6 Bkz Buhârî, Şürb, 9; Müslim, Selâm, 153
7 Bkz Müslim, Selâm, 151152
8 Gazâlî, Kimyâyı Saâdet, trc A Fâruk Meyân, İstanbul 1977, s 467
Altınoluk Dergisi
“Kim beni seviyorsa, Sünneti Seniyye’ye ittibâ ve hüsni hâtime hususunda muvaffak olmam için duâ etsin! Ben de aynı şekilde ona duâ ediyorum1
Mü?minin bu fânî âlemdeki en büyük gâyesi, insanın yaratılış maksadı olan Hakk?a kulluğu lâyıkıyla yaşayabilmektir Böylece Cenâbı Hakk?ın rızâsını tahsil ederek îman selâmetiyle son nefesini verebilmektir
Buna muvaffak olabilmek için; ibadet, tâat, ahlâk ve muâmelât hususunda elimizden gelen maddîmânevî bütün gayreti büyük bir îman vecdiyle sergileyip dâimâ Cenâbı Hakk?ın rahmetine sığınmamız îcâb eder Fakat buna ilâveten, kalbi Allah ile beraber olan sâlih mü?minlerin samimî duâlarını alabilmek de, büyük bir nîmettir
Mü?minlerin birbirleri için duâ etmelerinin, nasıl bir rahmet vesîlesi olduğunu, Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle beyan buyurmaktadır:
“Bir mü?minin bir mü?mine, gıyâbında yaptığı duâsından daha çabuk kabul edilen hiçbir duâ yoktur (Tirmizî, Birr, 50)
Bunun hikmetini, Mevlânâ Hazretleri?nin Mesnevî?sinde naklettiği şu hâdise, ne güzel îzâh etmektedir:
“Cenâbı Hak;
«?Ey Mûsâ! Bana günah işlemediğin, kötü söz söylemediğin bir ağızla duâ et ve sığın!» buyurdu
Hazreti Mûsâ aleyhisselâm;
«?Benim öyle bir ağzım yok ki» deyince, Cenâbı Hak;
«?Öyle ise Bana başkalarının ağzı ile duâ et!» buyurdu
Çünkü sen, başkasının ağzıyla günah işlemediğin için, o ağız senin için temizdir, günahsızdır
İnsanlara öyle davran ki, onların ağzı gecegündüz senin için duâ etsin…
Diğer taraftan, hiçbir mü?min, kendisini din kardeşlerinin duâsından müstağnî göremez Kim olursa olsun her mü?min, buna muhtaçtır
Bilhassa Cenâbı Hakk?ın rızâsı istikâmetinde yaşayıp son nefesi îman ile verebilmek hususunda, evliyâullah ve sâlih mü?minler bile kendilerini teminat altında görmemiş, bu hususta muvaffak olabilmek için, din kardeşlerinden duâ talep etmişlerdir
Nitekim, ömrü Hak yolunda hizmetle geçmiş olan Hâlidi Bağdâdî Hazretleri gibi mümtaz bir şahsiyet bile, her fırsatta din kardeşlerinden duâ talebinde bulunmuştur Onun, sevdiklerine yaptığı vasiyetlerinden biri şöyledir:
“İmkânı bulunan ve muhabbetinde sâdık olan kişilerin, kurbanlar kesip sevâbını bana hediye etmesini isterim Bâzı sekir ehlinin dediği gibi; «Arkamdan sadaka gönderilmesine ve Kur’ân okunmasına ihtiyacım yok!» demiyorum Bilâkis, Fâtiha ve İhlâsı Şerîf’lere çok ihtiyacım var…
Din kardeşlerinden duâ talebinde bulunmak, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?in güzel sünnetlerinden biridir
Nitekim Hazreti Ömer radıyallâhu anh umre yapmak için izin istediğinde Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:
“–Sevgili kardeşim, bizi de duâdan unutma! buyurmuştur
Bu iltifata mazhar olan Hazreti Ömer radıyallâhu anh da:
“–Hazreti Peygamber’in bana bu hitâbı, benim için dünyaya bedeldir Dünyayı verselerdi bu kadar sevinmezdim! diyerek Efendimiz?in böyle bir teveccühüne mazhar olmanın, kendisi için ne büyük bir mânâ ifâde ettiğini dile getirmiştir (Bkz Ebû Dâvûd, Vitir, 231498; Tirmizî, Deavât, 1093562)
Yine Rasûli Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, Veysel Karânî Hazretleri’ne hırkasını gönderip:
“–Bunu giysin ve ümmetime duâ etsin! buyurmuştur (Müslim, Fedâilü’sSahâbe, 223225)
Görüldüğü üzere, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Fahri Kâinât Efendimiz bile, bütün izzet ve şerefini kendisine bağlılığa borçlu olan sâlih mü?minlerden duâ talebinde bulunmuştur
Mü?minin, din kardeşinden duâ talebinde bulunmasında pek çok hikmet vardır:
Bu, bir taraftan duâsı talep edilen kimselere verilen değeri gösterip gönüller arasındaki muhabbeti daha da kuvvetlendirirken, diğer taraftan da duâ isteyen kişinin tevâzû ve mahviyetini gösteren, yüksek bir kulluk edebidir
Bir başka cihetten bakıldığında ise, kul ne kadar sâlih biri olursa olsun, hiçbir zaman kendi gayretini kâfî görmeyip Cenâbı Hakk?ın rahmetini celbedecek bütün vesîlelere, dört elle sarılması gerektiğinin bir ifadesidir
Öte yandan; “Her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bilmek düstûrunca, kimin duâsı hürmetine murâdımızın hâsıl olacağı da meçhuldür Dolayısıyla insanlar nazarında değer verilmeyen, hattâ hor görülen nice gariplerin, Hak katında “naz ehli kullar olabileceği ihtimâlini göz ardı etmemek gerekir Bilhassa öyle garip kulları arayıp onların samimî niyazlarından müstefîd olmaya gayret etmek îcâb eder
Nitekim kuraklık zamanı yapılan istisk?, yani “yağmur duâsına, duâya daha da makbûliyet kazandırmak niyetiyle mütevâzı ve boynu bükük bir hâlde gitmek, ihtiyarları ve çocukları, hattâ yavrularıyla birlikte hayvanları da götürmek müstehab görülmüş,2 onlar vesîlesiyle Cenâbı Hakk?a ilticâ etmek, güzel bir usûl olarak kabûl edilmiştir
Günümüzde; evini, yurdunu, malınımülkünü, her şeylerini geride bırakarak binbir çile ve ıztırap içinde memleketimize ilticâ eden Sûriyeli muhâcir kardeşlerimizin hayırduâlarını alabilmek de büyük bir rahmet vesîlesidir Zira o mülteci kardeşlerimiz, bizler için sanki 14 asır evvelki Muhâcirler hükmündedir
Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz de, Allah?tan zafer ve yardım talep ederken muhâcirlerin fakirleri vesîlesiyle niyazda bulunur ve şöyle buyururdu:
“Bana zayıfları çağırınız Çünkü siz, ancak zayıflarınız(ın duâ ve bereketi) ile rızıklandırılır ve yardım edilirsiniz… (Ebû Dâvûd, Cihâd, 70; Ahmed bin Hanbel, Müsned, V, 198)
Velhâsıl, toplum nezdinde mûteber bir makam ve varlıkları bulunmayan, boynu bükük, kalbi kırık, fakat tevekkül, teslîmiyet, kanaat ve takdîre rızâ ile gönlü zengin olan mü?minlerin tevessülüyle yapılacak duânın, kabûle daha yakın olduğu muhakkaktır
Şeyh Sâdî, bu sırra işaret sadedinde ne güzel buyurur:
“Hak dostları, kimsenin uğramadığı dükkânlardan alışveriş ederler Yani kimsenin kıymetini bilmediği garip ve kimsesizleri bularak onlara iyilik ve ihsanlarda bulunmak sûretiyle, o muzdariplerin hayırduâlarını alırlar
Bu itibarla kalbi kırıkların, kimsesizlerin, gariplerin ve bîçârelerin hayırduâlarını alabilmek; muhteşem bir âhiret hazinesine sahip olmak demektir
Şu da bir hakîkattir ki, duânın kabûlünü temin eden asıl müessir; ihlâs, yani samimiyettir Bu demektir ki, hatâ ve kusurlardan kurtulamamış bir mü?minin, din kardeşi için cân u gönülden yapacağı samimî bir duâ, bir başkasının gönülsüz yapacağı duâsından daha makbuldür Zira bir mü?min, ne kadar kusurlu, hattâ günahkâr olsa da, bu hâl, Cenâbı Hakk’ın onu terk etmiş olduğu mânâsına gelmez Bir şahsın, kimin duâsı hürmetine murâdına nâil olacağını, yalnız Allah Teâlâ bilir Bu sebeple, kim olursa olsun mü?minlerin samimî duâlarında yer bulabilmenin kıymetini idrâk etmeliyiz
Hâlidi Bağdâdî Hazretleri buyurur:
“Bu fakir kul, fâsık bir mü’min gördüğümde, mutlakâ onun benden daha iyi olduğuna inanırım Çünkü onun îmânı sâbit, günahı ise benden gizlidir Benim nefsimin kötülükleri ise bana âşikârdır
Son nefes(te kimin kurtulacağı) meçhuldür Nice fâsık ve fâcir var ki, kâmil velîlerden olmuştur Nice verâ sahibi sâlih kişiler de vardır ki, aşağıların en aşağısına düşmüşlerdir3
Bir mü?minin, hatâ ve kusurlarını gördüğü din kardeşini, tenhâ bir yerde, münâsip bir dil ve üslûb ile îkaz etmesi; kardeşlik hukukunun bir gereğidir Fakat böyle bir gayrette bulunmadan, hatâ ve kusurları sebebiyle bir din kardeşini hemen kınayıp küçük görmek, dolaylı yoldan kendini büyük görmeye, yani kibre yol açar İbâdullâhı istihk?r, yani Allâh?ın kullarını hakir görmek ise, en büyük günahlardan biridir Nitekim âyeti kerîmede:
“İnsanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden herkesin vay hâline! (elHümeze, 1) buyrulmaktadır
Bu sebeple mü?min, başkalarını küçük görmekten titizlikle sakınmalı, âdeta dikkatli ve hassas bir memur gibi, kalbinin kapısında bekçilik edip o kapıdan içeriye, gurur, kibir ve enâniyetin kırıntısını bile sokmamaya gayret etmelidir Derin bir tefekkür ve murâkabe ile her an gönlünü yoklayıp kendi hatâ ve kusurlarının ıslâhı ile meşgul olmalıdır
Bu hassasiyetten uzaklaşan insan; en mühim kulluk edebi olan “tevâzû ve “mahviyeti kaybeder “Korku ve “ümit duyguları arasında titremesi gereken kalbine, gaflet ve rehâvet perdeleri iner Fâsıkların hâline bakıp kendisini üstün görmeye, yaptığı azıcık amelini ebedî kurtuluşu için kâfî zannetmeye başlar
Hâlbuki son nefese kadar her insanın imtihanı devam etmektedir Kimin sırâtı müstakîm üzere sâbit kadem kalıp kimin ayağının kayacağı, yani son nefeste kimin kurtulanlardan olacağı belli değildir
Nitekim Cenâbı Hak, Kur?ânı Kerîm?de, Firavun?un sihirbazları misâlinde olduğu gibi, ömrünün büyük kısmını dalâlet girdaplarında tüketip son anda hidâyetle şereflenerek sâhili selâmete çıkanları bildirmektedir
Yine bunun zıddına, önceleri sâlih bir yaşantısı varken, son demlerinde Allâh?ın lûtfettiği imkânları nefsine izâfe ederek gurur ve kibrinin kulukölesi, hevâ ve hevesinin putperesti olan Bel?am bin Bâûrâların, Kârunların hazin âkıbetini haber vermektedir
Hadîsi şerîfte de, önceleri “mescid kuşu diye anılan Sâlebe?nin, dünyalık hırsına kapılınca nasıl gözünün döndüğü, neticede büyük bir hüsrana dûçâr olduğu, bir ibret levhası hâlinde tasvir edilmektedir4
Şu hâdise, Hak dostlarının gönüllerindeki son nefes endişesinin, kendilerini nasıl bir tevâzû ve hiçlik iklimine sevk ettiğinin bâriz bir misâlidir:
Cüneydi Bağdâdî Hazretleri, Yemen çöllerinde gezerken bir av köpeği görmüş Bakmış ki dişleri dökülmüş, pençesinde kuvvet kalmamış, miskinleşmiş, kocamış bir tilkiye dönmüş Vaktiyle yaban öküzlerine, geyiklere meydan okuyup onları avlarken; şimdi ev koyunlarından tos yemeye başlamış
Cüneydi Bağdâdî Hazretleri, o köpeği öyle zavallı, bitkin ve hâlsiz görünce, kendi azığından ona bir parça vermiş Ve bu köpeğe karşı hüzünle şu sözleri söylemiş:
“?Ey köpek! Bilmem ki yarına ikimizden hangimiz daha iyi çıkacak? Zâhire bakılırsa bugün insan olduğum için ben senden iyiyim Fakat bilmem ki, kazâ ve kader başıma ne getirecek! Eğer îmânımın ayağı kaymazsa, başıma Cenâbı Hakk’ın affı tâcını giyeceğim Eğer üzerimdeki mârifet kisvesi soyulacak olursa, senden çok aşağı olacağım Zira köpek ne kadar kötü huylu olursa olsun, onu Cehennem?e atmazlar…
Dolayısıyla hiç kimse bugünkü iyi hâline bakıp kendini, ebedî kurtuluşu garantilemiş olarak görmemeli, son nefese kadar korku ve ümit duyguları içinde Hakk?a kulluğa devam etmelidir
Hak dostlarından Süfyânı Sevrî Hazretleri’nin genç yaşta beli bükülmüştü Sebebini soranlara şöyle derdi:
“–Kendisinden ilim tahsil ettiğim bir hocam vardı Vefâtı esnâsında ona telkinde bulunduğum hâlde bir türlü kelîmei tevhîdi söyleyemedi İşte bu hâli görmek, benim belimi büktü5
İnsan, dünyevî bir diploma aldığında, o diploma, hayatı boyunca geçerliliğini korur Fakat mânevî hayatta durum böyle değildir Kazanılan hâl ve makâmın, her an kaybedilme tehlikesi vardır Bu itibarla, son nefese kadar kalbî teyakkuz hâlinde bulunmak zarûrîdir
Zira zerre hâdiseler vardır ki kulu büyük mükâfatlara nâil eder; yine zerre hâdiseler vardır ki büyük bir âzâba dûçâr eder
Nitekim bir hadîsi şerîfte bildirildiği üzere, susuz kalmış bir köpeğe su veren günahkâr bir kadın, bu merhameti sebebiyle affedilerek Cennetlik olmuştur
O günahkâr kul, susuzluktan diliyle nemli toprağı yalayan köpeği görünce merhamete gelmiş, hemen su kuyusuna inmiş, başka bir kap bulamadığı için ayakkabısına su doldurmuş, onu ağzına alarak yukarı çıkarmış ve Allâh?ın o susuz mahlûkunu, hiçbir dünyevî menfaati olmadığı hâlde, sırf rızâyı ilâhî için sulamıştır Bir köpeğe olan bu merhameti sebebiyle de, Cenâbı Hakk?ın af ve rızâsına nâil olmuştur 6
Demek ki rahmeti gazabını geçmiş olan ve kullarını affetmek için sayısız vesîleler halkeden Cenâbı Hak, o köpeği de, o günahkâr kulunun kurtuluşu için bir imtihan olarak karşısına çıkarmıştır O zamana kadar belki pek çok imtihanı kaybetmiş olan kul da, bu imtihan suâline doğru cevabı vererek ebedî kurtuluşa nâil olmuştur
Buna mukâbil, yine hadîsi şerîfte bildirildiği üzere, kedisinin açlığına aldırış etmeyip onun ölümüne sebep olan bir kadın da bu merhametsizliğinden ötürü Cehennemlik olmuştur 7
Yani bu kadın da, o kedinin ilâhî bir imtihan vesîlesi olarak kendisine emânet edildiğini idrâk edememiş, ona Hâlık?ın şefkat nazarıyla bakamamış, bu gafleti ve merhametsizliği sebebiyle gazabı ilâhîye dûçâr olmuştur
Şu hâdise de ne kadar ibretlidir:
İstanbul Aksaray’daki Vâlide Câmii’ni yaptırmış olan Pertevniyâl Vâlide Sultan vefât ettiğinde, sâlih bir kimse onu rüyâsında güzel bir makamda görür ve sorar:
“–Yaptırdığın câmi dolayısıyla mı Allah seni bu makâma yükseltti?
Pertevniyâl Vâlide Sultan:
“–Hayır der
O sâlih zât şaşırarak:
“–O hâlde hangi amelinle bu mertebeye nâil oldun? diye sorar
Vâlide Sultan şu ibretli cevâbı verir:
“–Çok yağmurlu bir gündü Eyüb Sultan Câmii’ne ziyarete gidiyorduk Kaldırımın kenarında oluşan su birikintisi içinde cılız bir kedi yavrusunun çırpındığını gördüm Faytonu durdurdum; yanımdaki bacıya:
«–Git de, şu kediciği alıver; yoksa zavallı yavru boğulacak!» dedim
Bacı ise:
«–Aman Sultânım! Senin de benim de üstümüz kirlenir» deyip yavruyu getirmek istemedi Bunun üzerine arabadan kendim inip çamurun içine girdim ve o kedi yavrusunu kurtardım Kedicik titriyordu Acıdım ve onu kucağıma alıp, iyice ısıttım Çok geçmeden zavallıcık canlanıverdi Allah Teâlâ, o kediye olan bu küçük hizmet ve merhametimden dolayı, bana bu yüce makâmı ihsân eyledi
Dolayısıyla, Cenâbı Hakk?ın lûtfu da kahrı da bâzen büyük, bâzen vasat, bâzen küçük gibi görülen imtihanlarda tecellî edebilir Onun için insan, hiçbir sevabı da günahı da önemsiz görmemeli, farkında olmadan “zulüm ehli oluvermekten çok korkmalı, her hâlini bu hakîkatlerle mîzân etmelidir
Yine mü?min, bu hâdiselerde olduğu gibi, Hâlık?ın şefkat nazarıyla mahlûkâta bakış tarzı kazanmalıdır Merhamete muhtaç insanlara infâk ile mükellef olduğu gibi, kapısına gelmiş olan kediköpekten bile mes?ûl bulunduğunu unutmamalıdır
Şu hâdise, bu hakîkatin ne kadar ibretli bir misâlidir:
Sahâbei kirâmdan Abdullah bin Câfer radıyallâhu anh bir seyahat esnâsında, bir hurma bahçesine uğradı Bahçenin hizmetçisi siyahî bir köle idi Köleye üç adet ekmek getirmişlerdi Bu sırada bir köpek geldi Köle, ekmeklerden birini ona attı Köpek, ekmeği yedi Öbürünü attı Onu da yedi Üçüncüyü attı Onu da yedi
Bunun üzerine Abdullah bin Câfer radıyallâhu anh ile köle arasında şöyle bir konuşma geçti:
“–Senin ücretin nedir?
“–İşte gördüğünüz üç ekmek
“–Niçin hepsini köpeğe verdin?
“–Buralarda hiç köpek yoktu Bu köpek uzaklardan gelmiş olmalı Aç kalmasına gönlüm râzı olmadı
“–Peki bugün sen ne yiyeceksin?
“–Sabredeceğim, günlük hakkımı Rabbimin bu aç mahlûkuna devrettim
Bu güzel ahlâk karşısında hayran kalan Abdullah bin Câfer radıyallâhu anh:
“–Sübhânallah! Bir de benim çok cömert olduğumu söylerler Hâlbuki bu köle benden daha cömertmiş! buyurdu
Ardından da o köleyi ve hurma bahçesini satın aldı Köleyi âzâd edip, hurmalığı ona bağışladı8
Düşünmek gerekir ki; bedenen bir köle, fakat rûhen bir mânâ sultanı olan o zât, kimden, nerede ve hangi tahsili almıştı? Bugünkü ifadesiyle, hangi fakültede doktora yapmıştı? Bu rûhî olgunluk, hangi eğitim sisteminin mahsûlüydü?
Demek ki dünyevî olarak hangi tahsili yapmış olursak olalım, her zaman muhtaç olduğumuz asıl tahsil, “mârifetullah tahsilidir Yani Cenâbı Hakk?ı kalben tanıyabilmek…
Eğer kul, Rabbini tanıyabilirse, Cenâbı Hak onun kalbine çok ayrı bir derinlik, yüksek bir ufuk ihsân eder Hakkı bâtıldan, hayrı şerden, doğruyu yanlıştan ayırt edebilecek bir “takvâ hassâsiyeti lûtfeder İnsan nasıl ateşten kaçarsa, o şekilde şerlerden kaçınma ve hayırlara koşma meziyetini, Cenâbı Hak, kulunun kalbine ilham ve ihsân eder Nitekim âyeti kerîmede buyrulur:
“Ey îmân edenler! Eğer Allah?tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar Çünkü Allah büyük lûtuf sahibidir (elEnfâl, 29)
Cenâbı Hak, hislerimizi kendi rızâsıyla te’lif buyursun Kalplerimize takvâ hassâsiyeti ihsân eylesin Müslüman olarak yaşayıp müslüman olarak can verebilmeyi cümlemize nasip ve müyesser kılsın
Âmîn!
Dipnotlar:
1 Es‘ad Sâhib, Buğyetü?lVâcid, s 246, no: 85
2 Bkz Zeylaî, Tebyîn, I, 231
3 Es‘ad Sâhib, Buğyetü?lVâcid, s 11, no: 16
4 Bkz Taberî, Câmiu’lBeyân, XIV, 370372
5 Bkz Attâr, Tezkiretü?lEvliyâ, sf 70, Erkam Yayınları, İstanbul 1984
6 Bkz Buhârî, Şürb, 9; Müslim, Selâm, 153
7 Bkz Müslim, Selâm, 151152
8 Gazâlî, Kimyâyı Saâdet, trc A Fâruk Meyân, İstanbul 1977, s 467
Altınoluk Dergisi