iltasyazilim
FD Üye
Tıp, uzmanından dinleniyor İnşaat, mühendisinden veya mimarından Ekonomiyi anlatan, bir ekonomist değilse eğer, yadırganıyor Ya din?
İlahi buyrukların muhatabı herkes olduğu için, dinî konular hepimizi ilgilendiriyor şüphesiz Ama, dinin temsili sözkonusu olduğunda, herkesin kendi düşüncesini “dinî gerçekler veya “dinin gerçeği olarak anlatması ne kadar doğru olabilir? Konuşmacılar ve yazarlar nasıl bir yeterliliğe sahip olmalıdır? Ve bu yeterliliğin ölçüsü nedir?
Dinin sahibi Allah, kapsadığı alan ise dünya ve ahirettir Allah, sahibi olduğu dini insanlara ulaştırmak için yarattıkları içerisinde en çok sevdiği ve seçtiği peygamberlerini aracı kılmıştır Bütün peygamberler bu uğurda her şeylerini, hatta canlarını feda etmişler, Allah'ın muradını insanlara ulaştırmayı hayatlarının tek gayesi kılmışlardır Buna rağmen peygamberlerin vazifesi, yalnızca Allah'ın buyruklarını tebliğ etmek olmuş, tebliğcisi oldukları din adına kendiliklerinden, kendi heva ve heveslerinden hiç bir şey söylememişlerdir Bu tebliği sadece bilgi aktarımı olarak değil, Allah'ın vahyettiklerini bizzat yaşayarak insanlara ulaştırmışlardır
Peygamberlerin yolunda giden ve hem zahiri hem manevi yönleriyle onların varisi olan gerçek alimler de tebliğ vazifesini yerine getirmenin gayreti içinde olmuşlardır Yalnızca Kur'an ve Sünneti seslendirmişler, bu iki kaynakta açıkça bulamadıkları bazı detay konuları ise büyük bir hassasiyet ve titizlik içinde yine Kur'an ve Sünnetin genel anlayışına uygun olarak çözümleyerek insanlara sunmuşlardır
Peygamberler ve onların varisi gerçek alimlerin tavrından çıkan sonuç şudur: İlahî buyruklar bütünü olan dini, herhangi bir ideoloji gibi genel kültürle yorumlamak tarifi imkansız büyüklükte bir hatadır Hele dini, bir başka söylemin önüne vitrin malzemesi olarak koymanın ne büyük bir vebal olduğu da açık Zerre kadar imanî hassasiyeti bulunan bir kişinin şu ayetle irkilmemesi mümkün değil: “Eğer bu Kur'anı bir dağa indirmiş olsaydık, elbet onu Allah kor kusundan baş eğmiş bir halde (ezilip bükülerek), paramparça olduğunu görürdün (Haşr21)
Ne yazık ki günümüzde din adına konuşan ve yazan pek çok kişi, bir hobiden ya da herhangi bir sosyal vakıadan söz eder gibi rahat davranabiliyor Kaldı ki, bu konularda bile herhangi bir yanlış anlatım, konu uzmanlarının itiraz duvarına çarpıyor
Din adına konuşmanın da başından itibaren bir ölçüsü var Bu ölçü, bir şekilde İslâm'ı dile getiren herkesin mutlaka uyması gereken bir ölçü Dini anlatanı da, onu dinleyeni de kurtuluşa erdirecek ölçü
Ne Yapmalı?
Âlim olmayan fakat diniyle ilgili hassasiyeti olan müslümanların kendilerini ilgilendiren konuların hükümlerini öğrenmeleri gerekir Buna, “içinde bulunmuş oldukları hallerin bilgisi anlamında ilmi hâl denilir Her müslümanın, yapması farz olan bir işin ilmini de öğrenmesi farzdır Aynı şekilde yapmaması gereken haram bir fiilin ilmini öğrenmesi farzdır Çünkü haram olduğunu bilmezse sakınamaz Yine vacibleri ve mekruhları öğrenmesi vacib, sünnetleri öğrenmesi de sünnettir
Bu seviyedeki müslümanlar, bir konunun hükmünü ya yetkili bir âlime sormalı veya yetkili bir âlimin yazdığı güvenilir bir eserden okuyup öğrenmelidirler O konunun hükmünü bilip, gereğini yerine getirmeleri yeterlidir O hükmün delillerini ve delâlet yollarını öğrenmeleri, bu seviyedeki müslümanlara farz değildir Müslümanların büyük bir kısmı bu grupta yer alır
Bütün İslâm âlimleri, müslümanlardan yukarıda ifade edilen manada avam sınıfında bulunanlarının yetkili âlimlere sorarak dinlerini yaşamaları gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir Kaynak eserlerimizde bu konu şöyle ifade edilir: “Avamın fetvâ sorarak amel etmesi vacib olduğu gibi, ilim ve adalet sahibi olduğunu bildiği alimlere ittiba etmesi de vacibtir (Gazalî, elMustasfâ)
Bu grupta bulunan müslümanlar, kesinlikle bildikleri bir hükmü, meselâ namazın farz olduğunu, içkinin haram olduğunu vb başkalarına anlatabilirler İyi bilmedikleri veya az da olsa tereddüt ettikleri konularda konuşmamaları gerekir Böyle bir durumda yetkili bir âlime müracaat etmeleri lâzımdır
Dinî ilimlerde bir miktar tahsil görmüş, fakat hükmün delillerini bilebilecek seviyeye gelememiş olan kimseler de avam müslümanlarından sayılır Bunlar, taklid ehlinden oldukları için öğrenmiş oldukları hükümle amel ederler Çünkü taklid, delilini bilmeksizin bir görüşü kabul etmektir (Gazalî, elMustasfâ)
İlahi buyrukların muhatabı herkes olduğu için, dinî konular hepimizi ilgilendiriyor şüphesiz Ama, dinin temsili sözkonusu olduğunda, herkesin kendi düşüncesini “dinî gerçekler veya “dinin gerçeği olarak anlatması ne kadar doğru olabilir? Konuşmacılar ve yazarlar nasıl bir yeterliliğe sahip olmalıdır? Ve bu yeterliliğin ölçüsü nedir?
Dinin sahibi Allah, kapsadığı alan ise dünya ve ahirettir Allah, sahibi olduğu dini insanlara ulaştırmak için yarattıkları içerisinde en çok sevdiği ve seçtiği peygamberlerini aracı kılmıştır Bütün peygamberler bu uğurda her şeylerini, hatta canlarını feda etmişler, Allah'ın muradını insanlara ulaştırmayı hayatlarının tek gayesi kılmışlardır Buna rağmen peygamberlerin vazifesi, yalnızca Allah'ın buyruklarını tebliğ etmek olmuş, tebliğcisi oldukları din adına kendiliklerinden, kendi heva ve heveslerinden hiç bir şey söylememişlerdir Bu tebliği sadece bilgi aktarımı olarak değil, Allah'ın vahyettiklerini bizzat yaşayarak insanlara ulaştırmışlardır
Peygamberlerin yolunda giden ve hem zahiri hem manevi yönleriyle onların varisi olan gerçek alimler de tebliğ vazifesini yerine getirmenin gayreti içinde olmuşlardır Yalnızca Kur'an ve Sünneti seslendirmişler, bu iki kaynakta açıkça bulamadıkları bazı detay konuları ise büyük bir hassasiyet ve titizlik içinde yine Kur'an ve Sünnetin genel anlayışına uygun olarak çözümleyerek insanlara sunmuşlardır
Peygamberler ve onların varisi gerçek alimlerin tavrından çıkan sonuç şudur: İlahî buyruklar bütünü olan dini, herhangi bir ideoloji gibi genel kültürle yorumlamak tarifi imkansız büyüklükte bir hatadır Hele dini, bir başka söylemin önüne vitrin malzemesi olarak koymanın ne büyük bir vebal olduğu da açık Zerre kadar imanî hassasiyeti bulunan bir kişinin şu ayetle irkilmemesi mümkün değil: “Eğer bu Kur'anı bir dağa indirmiş olsaydık, elbet onu Allah kor kusundan baş eğmiş bir halde (ezilip bükülerek), paramparça olduğunu görürdün (Haşr21)
Ne yazık ki günümüzde din adına konuşan ve yazan pek çok kişi, bir hobiden ya da herhangi bir sosyal vakıadan söz eder gibi rahat davranabiliyor Kaldı ki, bu konularda bile herhangi bir yanlış anlatım, konu uzmanlarının itiraz duvarına çarpıyor
Din adına konuşmanın da başından itibaren bir ölçüsü var Bu ölçü, bir şekilde İslâm'ı dile getiren herkesin mutlaka uyması gereken bir ölçü Dini anlatanı da, onu dinleyeni de kurtuluşa erdirecek ölçü
Ne Yapmalı?
Âlim olmayan fakat diniyle ilgili hassasiyeti olan müslümanların kendilerini ilgilendiren konuların hükümlerini öğrenmeleri gerekir Buna, “içinde bulunmuş oldukları hallerin bilgisi anlamında ilmi hâl denilir Her müslümanın, yapması farz olan bir işin ilmini de öğrenmesi farzdır Aynı şekilde yapmaması gereken haram bir fiilin ilmini öğrenmesi farzdır Çünkü haram olduğunu bilmezse sakınamaz Yine vacibleri ve mekruhları öğrenmesi vacib, sünnetleri öğrenmesi de sünnettir
Bu seviyedeki müslümanlar, bir konunun hükmünü ya yetkili bir âlime sormalı veya yetkili bir âlimin yazdığı güvenilir bir eserden okuyup öğrenmelidirler O konunun hükmünü bilip, gereğini yerine getirmeleri yeterlidir O hükmün delillerini ve delâlet yollarını öğrenmeleri, bu seviyedeki müslümanlara farz değildir Müslümanların büyük bir kısmı bu grupta yer alır
Bütün İslâm âlimleri, müslümanlardan yukarıda ifade edilen manada avam sınıfında bulunanlarının yetkili âlimlere sorarak dinlerini yaşamaları gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir Kaynak eserlerimizde bu konu şöyle ifade edilir: “Avamın fetvâ sorarak amel etmesi vacib olduğu gibi, ilim ve adalet sahibi olduğunu bildiği alimlere ittiba etmesi de vacibtir (Gazalî, elMustasfâ)
Bu grupta bulunan müslümanlar, kesinlikle bildikleri bir hükmü, meselâ namazın farz olduğunu, içkinin haram olduğunu vb başkalarına anlatabilirler İyi bilmedikleri veya az da olsa tereddüt ettikleri konularda konuşmamaları gerekir Böyle bir durumda yetkili bir âlime müracaat etmeleri lâzımdır
Dinî ilimlerde bir miktar tahsil görmüş, fakat hükmün delillerini bilebilecek seviyeye gelememiş olan kimseler de avam müslümanlarından sayılır Bunlar, taklid ehlinden oldukları için öğrenmiş oldukları hükümle amel ederler Çünkü taklid, delilini bilmeksizin bir görüşü kabul etmektir (Gazalî, elMustasfâ)