iltasyazilim
FD Üye
Davûdi İskenderi hayatı
Davûdi İskenderi hakkında veri
Davûdi İskenderi'nin doğum târihine rastlanamamış, 1333 (H733) senesinde İskenderiyye'de vefât etti Vefâtı için kaynaklarda başka târihler de bildirilmiştirİskenderiyye'de yetişen büyük velîlerdendir Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi İsmi Dâvûd olup, babasınınki Ömer'dir DâvûdulKebîr diye de bilinir Künyesi Ebû Süleymân'dır Tasavvufta Şâzilî tarîkatına mensûb idi Bu yolun büyüklerinden Ebü'lAbbâsı Mürsî ve onun halîfesi olan Tâcüddîn İbni Atâullahİskenderî hazretlerinin sohbetlerinde yetişerek kemâle geldi Mâlikî mezhebi âlimlerinin önde gelenlerinden ve Kur'ânı kerîmde medhedilen râsih ilimli âlimlerin imâmlarından ve büyüklerinden oldu Özellikle fıkıh, tefsîr, hadîs, nahiv, beyân ve öteki ilimlerde ve evliyâlık yolunda derecesi çok yüksek idi Değişik ilimlere dâir fazla değerli eserler yazdı
ÎzâhulMesâlik, ErRisâletülMerdıyye fî Şerhi DüâişŞâziliyye, ŞerhutTelkîn, UyûnülHakâik, KeşfülBelâga ve ŞerhülCümel lizZücâcî bunların belli başlılarıdır
Ebû Süleymân Dâvûdi İskenderî hazretleri, Ameller (in kıymeti) ama niyetlere göredir Herkesin hedef ettiği ne ise, eline geçecek olan oysa odurhadîsi şerîfinde geçen amaç hakkında buyurdu ancak: Bâtındaki derecenin yüksekliği, niyetin yüksekliği nisbetindedir Yâni niyetindeki üstünlüğün ne kadar ise, bâtınî âlemdeki derece ve yüksekliğin de o nisbette üstündür
Dâvûdi İskenderî'nin buyurduğu değerli sözlerinden bâzıları şunlardır:
Mürşid, yol gösterici, rehber; sana ilâcı, tedâvî almak yolunu gösteren yok, tedâvî eden, mânevî olarak terbiye edip, yetiştiren zâttır Böyle olmıyana mürşid denmez
Allahü teâlânın muhabbetinden bir zerreyi, bin takvim ibâdete değiştirme! Çünkü; Hadîsi şerîfte Kişi sevdiği ile berâberdirbuyrulmuştur
Şehvetler, sonsuz özlem ve ihtiraslar, üstü örtülü azaplardır
Bir velîde, iki değişiklik nûr bulunur Birincisi; rahmet ve şefkat nûru olup, bu nûrla, evliyâlık yolunda bulunmaya müsâid olanları kendisine cezbeder, çeker İkincisi ise; feyz, izzet ve kahr nûru olup, bu nûrla da, Allah yolunda bulunmaktan uzaktan, taşkın kimseleri kendisinden uzaklaştırır
Kulun ilmi arttıkça, ilim talebi, daha çok öğrenmek açlık ve ihtiyâcı da artar Himmeti de yükselir Çünkü birey, cehâlet hâlinde, sâdece ilim öğrenmeyi, daha çok ilim sâhibi olmayı ister ve buna kendisini çok fakir hisseder İlmin çok dereceleri vardır Onun sonu yoktur
Âlimler, zâhirî ve bâtınî âlimler olarak ikiye ayrılır Zâhirî âlim; ilmi arttıkça, zuhûru, ortaya çıkması, tanınması gelişen kimsedir Fakat bâtınî âlim bunun zıddıdır O gizlidir Mânâlar âleminde ilerledikçe, kendisi, kendisini ve ilmini anlamaktan, idrâk etmekten âciz kalır İlmi de kendisi ile birlikte gizlidir Zâhirde, görünüşe göre onun ilminin ve kendi hâlinin bir belirtisi olmaz Fakat ehli olanlar göre tanınabilirler
Millet iki kısımdır Birinci kısım, dünyâ ile uğraşanlar olup, onu îmâr etmeye çalışır Onun yolunun esâsı dünyâ ile uğraşmaktır İkinci kısım irk ise, mânâ âlemi ile, mânevî işlerle uğraşan kimseler olup, bunlar, matlûba (Allahü teâlâya) kavuşmak, O'nu dilemek arzusuyla yanarlar Tüm gayretleri bunun içindir
Kalbin tam bir ihlâs ile Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan diğer hiçbir ilâh yoktur)diyerek bir defâ Allahü teâlâya yönelmesi, Allahü teâlâdan gâfil olarak yapılan yer dolusu ibâdetten hayırlıdır
Mümin kulların kalbleri, evliyânın kalblerinin gölgeleri altındadır Evliyânın kalbleri, enbiyânın kalblerinin gölgesi altındadır Enbiyânın kalbleri de, Allahü teâlânın inâyet ve destek nûrları altındadır
Gönül kapılarının açılmasında elde edilebilecek en büyük nasîb, gaflet hâlinden kurtulabilmektir
Bir kimse, sâhibi olan Allahü teâlâyı bırakır, O'ndan diğer birine kalb gözünü çevirip, ona bakar ve ona gönül verirse, başına şu üç şey gelir: 1 Kalbinde, ilâhî nûrları müşâhede etmesine, hakkı ve hakîkati görmesine mâni olan perde hâsıl olur 2 Kalbini hangi sebeple mahlûklara kaptırdığına dâir hesâba çekilir 3 Allahü teâlâdan başka bir şeye gönül verdiği ve niyeti bozuk olduğu için azap görür
Bir kimsenin dünyâ ve âhiretine yardımsever olan bir hâli yoksa, o kimse, cansız maddelerden farksızdır Şâyet bir kimsenin işi gücü şer, kötü işler ve mâsiyet, günah olursa, bu durumda o, bir şeytandan ayırt edilemez olur Bir kimse ayrıca dünyâ ve ayrıca de âhiret işlerini birlikte yürütmeye çalışıp, dünyâlık işlere daha pozitif siklet verirse, o kimsenin hayvandan farkı kalmaz Düşüncesi, işi, meşgûliyeti yalnız Allahü teâlâ için olan kimse ise, bir melek gibidir
Eğer, irk velî zâtların kadrini, kıymetini bilip iyice anlayacak derecede olsalardı, cümbür cemaat karşılaştığı tüm insanlara aleyhinde edebli olurdu Çünkü, dış görünüş îtibâriyle velî de bizim gibi bir insandır ve karşılaştığımız bir kimse de, Allahü teâlânın bir velî kulu olabilir Velî, şekil ve şemâil bakımından, giyinip kuşanma bakımından ve diğer çoğu beşerî sıfatlarla, öteki insanlardan farklı olmayan bir kimse gibi görünür Hâlbuki, haddizâtında o, diğer insanlardan tamâmen bambaşka, apayrı bir insandır Her ân gönlü Allahü teâlâ iledir ve O'nun muhabbeti ile yanmaktadır İşte velînin ana hâlini belirten bu husûsiyetini, fakat onun gibi olanlar anlar Diğer irk ise, onu kendileri gibi bir kimse zannederler
Âbidde (Allahü teâlâya çok ibâdet edende) ve ârifde nefse düşmanlık vardır Ama ikisinin düşmanlıkları farklıdır Âbid, nefsinin yaptıklarının kendisi için zararlı olduğunu bildiği için, nefsin yaptığı işlere düşmandır Ârif ise, işleriyle birlikte, nefsin kendisine de düşmandır Çünkü nefs, Allahü teâlâya düşmandır
Bir kimse birini severse, onun bu sevgisi, bu sevgiye kavuşmasına sebeb olanı da sevmeyi gerektirir
Insanoğlu dünyâya etten bir kanat ile kazanç Üzerinde çeşitli nîmetlerin bulunduğu yükseklikler, altta ise Cehennem ateşi vardır Insanoğlu bu kanadını iyi besleyip, damarlarını iyi kuvvetlendirmeli ancak, kanat cılız olup, vazîfesini yapamayacak hâle gelmesin ve sâhibini ateşe düşürmesin
Allahü teâlâ bir kulu için hayır murâd edince, onun kalbine hakîkî ilimleri yerleştirir
Kur'ânı kerîmi hakîkî olarak dinleyebilmenin, bu nedenle onun mânevî lezzetinden zevk alabilmenin birincil mertebelerinden birisi, fânî olan mahlûkların hepsini, gözünden ve gönlünden silmektir
Bir talebe, kendisine ilim ve edeb öğreten ve hakîkî âlim olan hocasına edep ve muhabbetle nazar edip bakınca, adalet yoluna girmiş olur
Mahlûklar aralarında hîlekârlık, hilekarlık olmadığı zaman, Allahü teâlânın tevfîk, yardım ve başarı ihsânları yağmur misâli yağmağa başlar
Bir kul, kalbini Allahü teâlâya tevcih edip döndürdüğü müddetçe, Allahü teâlâ onun tüm dağınık işlerini toparlar, bir araya getirirLakin kul, Allah korusun, kalbini bir kula tevcih eder, kendisi gibi âciz bir mahlûktan meded umarsa, tüm işleri darmadağınık olur
Allahü teâlâyı tanıyan âriflerin, dünyâya düşkün olanlardan kaçıp, onlardan uzaklaşmaları, onların üzerinde dünyâ cîfesinin pis kokusu duyulup, etrâfı rahatsız ettiği içindir
Manzara durumlarına tarafından gözler dört kısımdır Birincisi; peygamberlerin gözleridir ama, görüşü adaleli ve keskindir Tesirini birincil bakışta gösterir Bu gözlerin sıhhati tamdır İkincisi; velî zâtların gözü olup, bunların da sıhhatleri bütün olmakla berâber görüşleri birinci kısımdakiler dek kuvvetli değildir Üçüncüsü; müminlerden gâfil olanların gözüdür fakat, görünüşe göre var olduğu hissedilir ve görülür Fakat görüşü zayıftır, tesir etmez Yâni perdelidir Dördüncüsü ise; kâfirlerin gözü olup, kördür ve hiçbir hakîkati göremezler
Evliyâ, tüm gizliliğine ve tanınmamasına karşın bir lamba gibidir Etrâfını aydınlatır Insanlar, kendilerine gelen çoğu yardımcı şeyin onun sebebi ve hürmetine geldiğini anlayamazlar Bunun böyle olduğunu, birçok zaman velînin kendisi bile bilmez
Peygamberler, peygamberlere tâbi olup izlerinde yürüyenler, muhabbet ehli olup, Allahü teâlâyı ve O'nun Sevinizbuyurduklarını sevenler, ziyandan kurtulup, nîmetlere kavuşmuşlardır
Velîlerden bir zât, şarkta Allahü teâlânın dînine âit bir şey konuşsa, garbda bir kimse o velînin sözlerini duyup kabûl etse ve bunlara tâbi olup, uysa, nasîbi kadar o velînin nûrundan istifâde eder Aradaki uzaklık istifâdeye mâni olmaz
Senin, az amel, nûrlu ve aydınlık bir kalb ile Allahü teâlânın huzûruna çıkman; çok amel, ama nûrsuz bir kalb ile çıkmandan daha hayırlıdır
Âlimler ve velîler, dünyâ hayâtında hakîkî hâlleri ile zuhûr eyleyip meydana çıkmazlar Ancak ilmî hüviyeti ile zuhûr eyler Fakat Allahü teâlâ, âhirette onları hakîkî hâllerinde gösterecektir
Kendisinden ilim ve edeb öğrendiğin üstâda hizmet, babaya hizmetten önce gelir Çünkü baba, senin, bu birkaç günlük hüzün ve bıkkınlık âlemine gelmene vesîle oldu O değerli üstâd ise, seni safâ âlemine, ulu âleme yükseltmekte, ebedî saâdetine vesîle olmaktadır
Dünyâya gelip, kâmil bir mürşidin (yol göstericinin) mânevî terbiyesi ile yetişmeden ölen bir kimse, lekeli, kirli olarak ölür İsterse, insanların ve cinlerin sayısı kadar ibâdet yapmış olsun
Allahü teâlânın, kullarına ihsân ettiği nîmetlerin en büyüklerinden birisi, arasında irfân sâhibi velî bir zâtı bulundurmasıdır İsterse millet onu tanımasınlar ve bilmesinler
Âriflerden bir zâtın yanında ve sohbetinde bir an bulunmanın faydası, babanın terbiyesinden, öğretmenin zâhirî meseleleri öğretmesinden fazla daha fazladır Onun bir anlık terbiyesi, öbürlerinin yirmi takvim terbiyesinden daha fazla ve daha tesirlidir Çünkü onlar dış görünüşü terbiye etmeye uğraşırlar Ârif zât ise, insanın bâtınını, rûh yapısını terbiye eder, yetiştirir
Cehennem ehli için azapların en şiddetlisi, Cennet nîmetlerinden mahrum olmaktır Bu mahrum olmanın sıkıntısı, onlara azapların hepsinden daha acı gelir
Kadir gecesi, o senenin kalbidir Îmân batmış bir kalb de, içinde bulunduğu cesedin kadir gecesidir
ÖYLE BİR KİMSEYLE ARKADAŞ OL ANCAK
Sohbetlerinde şöyle nasîhat ederdi:
Ey Âdemoğlu! Kendi kendine ne değin acımasız davranıyorsun Hayâtın boyunca, her gün dünyâ ile meşgûl olursun, onun geçici ve yanıltıcı güzellikleri ile oyalanırsın Fakat her gün bâkî olan, hakîkî saâdet ve baki nîmetler yeri olan Cennet'e dâvet olunursun Cennet'e hiç îtibâr etmezsin Dünyâyı bir tarafa itip, âhirete yönelmedin bari ikisini aynı seviyede tutup ona tarafından hareket etseydin Sen ise âhireti yarı unutmuş gibisin
Yaptığın bütün ibâdetlerde gâyen, sâdece kendisine ibâdet ettiğin Allahü teâlâya yakınlık olsun Hattâ bu gâye, ecir ve sevaptan daha önce olmalı Allahü teâlâya yakın edinmek nîmeti ele geçince, böylece sevaplar, öyle ecirler gelir ancak, kavramak, hesâb etmek muhtemel olmaz
Amelin ve ilmin hâlis olanını iste! Hâlis niyetle Allahü teâlâya ibâdet ederken, insanlık hâli bâzı kusûrların olursa, onlar için de derhâl pişmanlık et!
Sen, şu anda bulunduğun dünyâda ebedî kalacak değilsin Bâkî, baki olan âhiret yurduna da demin ulaşmış değilsin Bu hâl aleyhinde sana düşen, kendisine fazla yakın olduğun, senin her hâlini gören, duyan ve haberdar olan zâta (Allahü teâlâya) yönelmektir
Hakîkî irfân sâhibi makbûl bir zâta tâbi olarak peşinden bir adım gitmen, kendi boş arzunla, nefsine uyarak ve güyâ yargı yol zannederek, kendine kadar tuttuğun yolda yüz bin fersah yürümenden daha yardımsever ve daha hayırlıdır
Öyle bir kimse ile arkadaş ol ama, onda maddeye temâyül edecek onu sevecek bir kalb bulunmasın
Bir kimse sana, nefsânî hazînesinden bir şeyler atamak isterse, onu sakın kabûl etme! Bir kimse fakat, sana fikir hazînesinden bir şey belirlemek isterse, bunu, içindeki hikmet nûru ile mukâyese et! Arzuna tarafından ister kabûl et, istersen reddet! Bir kimse de, sana kalb hazînesinden bir şey saptamak dilerse, sakın onu inkar! Anında kabûl et! Hattâ fazla vermesini, arttırmasını iste! Şâyet bir gün gayb âlemi hazînesinden bir şey dağıtana rastlarsan, sakın onu kaçırma! İyi bil fakat, en büyük hazîne odur
1) Câmiu KerâmâtilEvliyâ; c2, s8
2) TabakâtülKübrâ; c1, s188
3) BugyetülVuât; c1, s562
4) Mu'cemülMüellifîn; c4, s140
5) ElA'lâm; c2, s333
6) EdDürerülKâmine; c2, s100
7) EsmâülMüellifîn; c1, s360
8) ÎzâhulMeknûn; c1, s557, 569; c2, s133
9) KeşfüzZünûn, s481, 661, 890
10) Neylülİbtihâc; s116
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c10, s76 *
Davûdi İskenderi hakkında veri
Davûdi İskenderi'nin doğum târihine rastlanamamış, 1333 (H733) senesinde İskenderiyye'de vefât etti Vefâtı için kaynaklarda başka târihler de bildirilmiştirİskenderiyye'de yetişen büyük velîlerdendir Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi İsmi Dâvûd olup, babasınınki Ömer'dir DâvûdulKebîr diye de bilinir Künyesi Ebû Süleymân'dır Tasavvufta Şâzilî tarîkatına mensûb idi Bu yolun büyüklerinden Ebü'lAbbâsı Mürsî ve onun halîfesi olan Tâcüddîn İbni Atâullahİskenderî hazretlerinin sohbetlerinde yetişerek kemâle geldi Mâlikî mezhebi âlimlerinin önde gelenlerinden ve Kur'ânı kerîmde medhedilen râsih ilimli âlimlerin imâmlarından ve büyüklerinden oldu Özellikle fıkıh, tefsîr, hadîs, nahiv, beyân ve öteki ilimlerde ve evliyâlık yolunda derecesi çok yüksek idi Değişik ilimlere dâir fazla değerli eserler yazdı
ÎzâhulMesâlik, ErRisâletülMerdıyye fî Şerhi DüâişŞâziliyye, ŞerhutTelkîn, UyûnülHakâik, KeşfülBelâga ve ŞerhülCümel lizZücâcî bunların belli başlılarıdır
Ebû Süleymân Dâvûdi İskenderî hazretleri, Ameller (in kıymeti) ama niyetlere göredir Herkesin hedef ettiği ne ise, eline geçecek olan oysa odurhadîsi şerîfinde geçen amaç hakkında buyurdu ancak: Bâtındaki derecenin yüksekliği, niyetin yüksekliği nisbetindedir Yâni niyetindeki üstünlüğün ne kadar ise, bâtınî âlemdeki derece ve yüksekliğin de o nisbette üstündür
Dâvûdi İskenderî'nin buyurduğu değerli sözlerinden bâzıları şunlardır:
Mürşid, yol gösterici, rehber; sana ilâcı, tedâvî almak yolunu gösteren yok, tedâvî eden, mânevî olarak terbiye edip, yetiştiren zâttır Böyle olmıyana mürşid denmez
Allahü teâlânın muhabbetinden bir zerreyi, bin takvim ibâdete değiştirme! Çünkü; Hadîsi şerîfte Kişi sevdiği ile berâberdirbuyrulmuştur
Şehvetler, sonsuz özlem ve ihtiraslar, üstü örtülü azaplardır
Bir velîde, iki değişiklik nûr bulunur Birincisi; rahmet ve şefkat nûru olup, bu nûrla, evliyâlık yolunda bulunmaya müsâid olanları kendisine cezbeder, çeker İkincisi ise; feyz, izzet ve kahr nûru olup, bu nûrla da, Allah yolunda bulunmaktan uzaktan, taşkın kimseleri kendisinden uzaklaştırır
Kulun ilmi arttıkça, ilim talebi, daha çok öğrenmek açlık ve ihtiyâcı da artar Himmeti de yükselir Çünkü birey, cehâlet hâlinde, sâdece ilim öğrenmeyi, daha çok ilim sâhibi olmayı ister ve buna kendisini çok fakir hisseder İlmin çok dereceleri vardır Onun sonu yoktur
Âlimler, zâhirî ve bâtınî âlimler olarak ikiye ayrılır Zâhirî âlim; ilmi arttıkça, zuhûru, ortaya çıkması, tanınması gelişen kimsedir Fakat bâtınî âlim bunun zıddıdır O gizlidir Mânâlar âleminde ilerledikçe, kendisi, kendisini ve ilmini anlamaktan, idrâk etmekten âciz kalır İlmi de kendisi ile birlikte gizlidir Zâhirde, görünüşe göre onun ilminin ve kendi hâlinin bir belirtisi olmaz Fakat ehli olanlar göre tanınabilirler
Millet iki kısımdır Birinci kısım, dünyâ ile uğraşanlar olup, onu îmâr etmeye çalışır Onun yolunun esâsı dünyâ ile uğraşmaktır İkinci kısım irk ise, mânâ âlemi ile, mânevî işlerle uğraşan kimseler olup, bunlar, matlûba (Allahü teâlâya) kavuşmak, O'nu dilemek arzusuyla yanarlar Tüm gayretleri bunun içindir
Kalbin tam bir ihlâs ile Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan diğer hiçbir ilâh yoktur)diyerek bir defâ Allahü teâlâya yönelmesi, Allahü teâlâdan gâfil olarak yapılan yer dolusu ibâdetten hayırlıdır
Mümin kulların kalbleri, evliyânın kalblerinin gölgeleri altındadır Evliyânın kalbleri, enbiyânın kalblerinin gölgesi altındadır Enbiyânın kalbleri de, Allahü teâlânın inâyet ve destek nûrları altındadır
Gönül kapılarının açılmasında elde edilebilecek en büyük nasîb, gaflet hâlinden kurtulabilmektir
Bir kimse, sâhibi olan Allahü teâlâyı bırakır, O'ndan diğer birine kalb gözünü çevirip, ona bakar ve ona gönül verirse, başına şu üç şey gelir: 1 Kalbinde, ilâhî nûrları müşâhede etmesine, hakkı ve hakîkati görmesine mâni olan perde hâsıl olur 2 Kalbini hangi sebeple mahlûklara kaptırdığına dâir hesâba çekilir 3 Allahü teâlâdan başka bir şeye gönül verdiği ve niyeti bozuk olduğu için azap görür
Bir kimsenin dünyâ ve âhiretine yardımsever olan bir hâli yoksa, o kimse, cansız maddelerden farksızdır Şâyet bir kimsenin işi gücü şer, kötü işler ve mâsiyet, günah olursa, bu durumda o, bir şeytandan ayırt edilemez olur Bir kimse ayrıca dünyâ ve ayrıca de âhiret işlerini birlikte yürütmeye çalışıp, dünyâlık işlere daha pozitif siklet verirse, o kimsenin hayvandan farkı kalmaz Düşüncesi, işi, meşgûliyeti yalnız Allahü teâlâ için olan kimse ise, bir melek gibidir
Eğer, irk velî zâtların kadrini, kıymetini bilip iyice anlayacak derecede olsalardı, cümbür cemaat karşılaştığı tüm insanlara aleyhinde edebli olurdu Çünkü, dış görünüş îtibâriyle velî de bizim gibi bir insandır ve karşılaştığımız bir kimse de, Allahü teâlânın bir velî kulu olabilir Velî, şekil ve şemâil bakımından, giyinip kuşanma bakımından ve diğer çoğu beşerî sıfatlarla, öteki insanlardan farklı olmayan bir kimse gibi görünür Hâlbuki, haddizâtında o, diğer insanlardan tamâmen bambaşka, apayrı bir insandır Her ân gönlü Allahü teâlâ iledir ve O'nun muhabbeti ile yanmaktadır İşte velînin ana hâlini belirten bu husûsiyetini, fakat onun gibi olanlar anlar Diğer irk ise, onu kendileri gibi bir kimse zannederler
Âbidde (Allahü teâlâya çok ibâdet edende) ve ârifde nefse düşmanlık vardır Ama ikisinin düşmanlıkları farklıdır Âbid, nefsinin yaptıklarının kendisi için zararlı olduğunu bildiği için, nefsin yaptığı işlere düşmandır Ârif ise, işleriyle birlikte, nefsin kendisine de düşmandır Çünkü nefs, Allahü teâlâya düşmandır
Bir kimse birini severse, onun bu sevgisi, bu sevgiye kavuşmasına sebeb olanı da sevmeyi gerektirir
Insanoğlu dünyâya etten bir kanat ile kazanç Üzerinde çeşitli nîmetlerin bulunduğu yükseklikler, altta ise Cehennem ateşi vardır Insanoğlu bu kanadını iyi besleyip, damarlarını iyi kuvvetlendirmeli ancak, kanat cılız olup, vazîfesini yapamayacak hâle gelmesin ve sâhibini ateşe düşürmesin
Allahü teâlâ bir kulu için hayır murâd edince, onun kalbine hakîkî ilimleri yerleştirir
Kur'ânı kerîmi hakîkî olarak dinleyebilmenin, bu nedenle onun mânevî lezzetinden zevk alabilmenin birincil mertebelerinden birisi, fânî olan mahlûkların hepsini, gözünden ve gönlünden silmektir
Bir talebe, kendisine ilim ve edeb öğreten ve hakîkî âlim olan hocasına edep ve muhabbetle nazar edip bakınca, adalet yoluna girmiş olur
Mahlûklar aralarında hîlekârlık, hilekarlık olmadığı zaman, Allahü teâlânın tevfîk, yardım ve başarı ihsânları yağmur misâli yağmağa başlar
Bir kul, kalbini Allahü teâlâya tevcih edip döndürdüğü müddetçe, Allahü teâlâ onun tüm dağınık işlerini toparlar, bir araya getirirLakin kul, Allah korusun, kalbini bir kula tevcih eder, kendisi gibi âciz bir mahlûktan meded umarsa, tüm işleri darmadağınık olur
Allahü teâlâyı tanıyan âriflerin, dünyâya düşkün olanlardan kaçıp, onlardan uzaklaşmaları, onların üzerinde dünyâ cîfesinin pis kokusu duyulup, etrâfı rahatsız ettiği içindir
Manzara durumlarına tarafından gözler dört kısımdır Birincisi; peygamberlerin gözleridir ama, görüşü adaleli ve keskindir Tesirini birincil bakışta gösterir Bu gözlerin sıhhati tamdır İkincisi; velî zâtların gözü olup, bunların da sıhhatleri bütün olmakla berâber görüşleri birinci kısımdakiler dek kuvvetli değildir Üçüncüsü; müminlerden gâfil olanların gözüdür fakat, görünüşe göre var olduğu hissedilir ve görülür Fakat görüşü zayıftır, tesir etmez Yâni perdelidir Dördüncüsü ise; kâfirlerin gözü olup, kördür ve hiçbir hakîkati göremezler
Evliyâ, tüm gizliliğine ve tanınmamasına karşın bir lamba gibidir Etrâfını aydınlatır Insanlar, kendilerine gelen çoğu yardımcı şeyin onun sebebi ve hürmetine geldiğini anlayamazlar Bunun böyle olduğunu, birçok zaman velînin kendisi bile bilmez
Peygamberler, peygamberlere tâbi olup izlerinde yürüyenler, muhabbet ehli olup, Allahü teâlâyı ve O'nun Sevinizbuyurduklarını sevenler, ziyandan kurtulup, nîmetlere kavuşmuşlardır
Velîlerden bir zât, şarkta Allahü teâlânın dînine âit bir şey konuşsa, garbda bir kimse o velînin sözlerini duyup kabûl etse ve bunlara tâbi olup, uysa, nasîbi kadar o velînin nûrundan istifâde eder Aradaki uzaklık istifâdeye mâni olmaz
Senin, az amel, nûrlu ve aydınlık bir kalb ile Allahü teâlânın huzûruna çıkman; çok amel, ama nûrsuz bir kalb ile çıkmandan daha hayırlıdır
Âlimler ve velîler, dünyâ hayâtında hakîkî hâlleri ile zuhûr eyleyip meydana çıkmazlar Ancak ilmî hüviyeti ile zuhûr eyler Fakat Allahü teâlâ, âhirette onları hakîkî hâllerinde gösterecektir
Kendisinden ilim ve edeb öğrendiğin üstâda hizmet, babaya hizmetten önce gelir Çünkü baba, senin, bu birkaç günlük hüzün ve bıkkınlık âlemine gelmene vesîle oldu O değerli üstâd ise, seni safâ âlemine, ulu âleme yükseltmekte, ebedî saâdetine vesîle olmaktadır
Dünyâya gelip, kâmil bir mürşidin (yol göstericinin) mânevî terbiyesi ile yetişmeden ölen bir kimse, lekeli, kirli olarak ölür İsterse, insanların ve cinlerin sayısı kadar ibâdet yapmış olsun
Allahü teâlânın, kullarına ihsân ettiği nîmetlerin en büyüklerinden birisi, arasında irfân sâhibi velî bir zâtı bulundurmasıdır İsterse millet onu tanımasınlar ve bilmesinler
Âriflerden bir zâtın yanında ve sohbetinde bir an bulunmanın faydası, babanın terbiyesinden, öğretmenin zâhirî meseleleri öğretmesinden fazla daha fazladır Onun bir anlık terbiyesi, öbürlerinin yirmi takvim terbiyesinden daha fazla ve daha tesirlidir Çünkü onlar dış görünüşü terbiye etmeye uğraşırlar Ârif zât ise, insanın bâtınını, rûh yapısını terbiye eder, yetiştirir
Cehennem ehli için azapların en şiddetlisi, Cennet nîmetlerinden mahrum olmaktır Bu mahrum olmanın sıkıntısı, onlara azapların hepsinden daha acı gelir
Kadir gecesi, o senenin kalbidir Îmân batmış bir kalb de, içinde bulunduğu cesedin kadir gecesidir
ÖYLE BİR KİMSEYLE ARKADAŞ OL ANCAK
Sohbetlerinde şöyle nasîhat ederdi:
Ey Âdemoğlu! Kendi kendine ne değin acımasız davranıyorsun Hayâtın boyunca, her gün dünyâ ile meşgûl olursun, onun geçici ve yanıltıcı güzellikleri ile oyalanırsın Fakat her gün bâkî olan, hakîkî saâdet ve baki nîmetler yeri olan Cennet'e dâvet olunursun Cennet'e hiç îtibâr etmezsin Dünyâyı bir tarafa itip, âhirete yönelmedin bari ikisini aynı seviyede tutup ona tarafından hareket etseydin Sen ise âhireti yarı unutmuş gibisin
Yaptığın bütün ibâdetlerde gâyen, sâdece kendisine ibâdet ettiğin Allahü teâlâya yakınlık olsun Hattâ bu gâye, ecir ve sevaptan daha önce olmalı Allahü teâlâya yakın edinmek nîmeti ele geçince, böylece sevaplar, öyle ecirler gelir ancak, kavramak, hesâb etmek muhtemel olmaz
Amelin ve ilmin hâlis olanını iste! Hâlis niyetle Allahü teâlâya ibâdet ederken, insanlık hâli bâzı kusûrların olursa, onlar için de derhâl pişmanlık et!
Sen, şu anda bulunduğun dünyâda ebedî kalacak değilsin Bâkî, baki olan âhiret yurduna da demin ulaşmış değilsin Bu hâl aleyhinde sana düşen, kendisine fazla yakın olduğun, senin her hâlini gören, duyan ve haberdar olan zâta (Allahü teâlâya) yönelmektir
Hakîkî irfân sâhibi makbûl bir zâta tâbi olarak peşinden bir adım gitmen, kendi boş arzunla, nefsine uyarak ve güyâ yargı yol zannederek, kendine kadar tuttuğun yolda yüz bin fersah yürümenden daha yardımsever ve daha hayırlıdır
Öyle bir kimse ile arkadaş ol ama, onda maddeye temâyül edecek onu sevecek bir kalb bulunmasın
Bir kimse sana, nefsânî hazînesinden bir şeyler atamak isterse, onu sakın kabûl etme! Bir kimse fakat, sana fikir hazînesinden bir şey belirlemek isterse, bunu, içindeki hikmet nûru ile mukâyese et! Arzuna tarafından ister kabûl et, istersen reddet! Bir kimse de, sana kalb hazînesinden bir şey saptamak dilerse, sakın onu inkar! Anında kabûl et! Hattâ fazla vermesini, arttırmasını iste! Şâyet bir gün gayb âlemi hazînesinden bir şey dağıtana rastlarsan, sakın onu kaçırma! İyi bil fakat, en büyük hazîne odur
1) Câmiu KerâmâtilEvliyâ; c2, s8
2) TabakâtülKübrâ; c1, s188
3) BugyetülVuât; c1, s562
4) Mu'cemülMüellifîn; c4, s140
5) ElA'lâm; c2, s333
6) EdDürerülKâmine; c2, s100
7) EsmâülMüellifîn; c1, s360
8) ÎzâhulMeknûn; c1, s557, 569; c2, s133
9) KeşfüzZünûn, s481, 661, 890
10) Neylülİbtihâc; s116
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c10, s76 *