Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Bİr Manevİ HastaliĞimiz: Şİkayet

Hoş geldin! Bayram arpaç1 tarafından topluluğumuza katılmaya davet edildiniz. Kaydolmak için lütfen burayı tıklayın.
Bİr Manevİ HastaliĞimiz: Şİkayet
0
112

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
14
Sıkıntılarını bağıra çağıra ilan eden, elindekiyle yetinmeyen, halinden memnun olmayan insanlar çoğalıyor

Giderek asık suratlı, somurtkan, sürekli sızlanan, şikayet eden bir toplum haline geliyoruz

Bu, müslüman fertler olarak bizim dışımızdaki birtakım olumsuzluklardan ziyade, kalbimizle ilgili bir problem

Zira farkında olalım olmayalım, çoğu şikayette ilâhi takdire itiraz, kazaya muhalefet vardır

Eskiler, selamdan sonra her fırsatta birbirlerine “Nasılsın? diye sorar; “Hamd olsun yahut “Allah’a şükür iyiyim gibi cevaplar almak suretiyle, kardeşlerinin şükrüne vesile olmak isterlermiş

Bu öyle laf olsun kabilinden bir mükâleme değil Efendimiz sav’in bize her hâl ü kârda şükretmemizi ihtar eden bir sünneti

Gerçi bugün de ziyaretlerine gidip “Nasılsınız? dediğimizde “Hamd olsun diyebilen hastalarımız, halini sorduğumuzda “Çok şükür diyebilen fakirlerimiz hâlâ var çok şükür Fakat nesli tükenmek üzere

“Herhangi bir sebepten dolayı hissedilen elem, rahatsızlık veya hoşnutsuzluğu dışa vurma, sızlanma, yakınma anlamına “şikayetin bazı çeşitleri, hem mahiyeti itibariyle hem de beşerî bir tavır olarak masiyetten sayılmıştır dinimizde Zira farkında olalım olmayalım, çoğu şikayette ilâhi takdire itiraz, kazaya muhalefet vardır Bir kısım şikayetlerimiz ise itminansızlığın eseridir; nefsin ve dünyanın zebunu olduğumuzu ifşa eder

Cennetin vizesi

İslâm’da kerih görülen bu kabil şikayetlenmelerin neler olduğuna geçmeden önce aslî hedefimizi, niçin bu dünyada bulunduğumuzu hatırlamamız gerekiyor Zira hedefini şaşırıp yanlış istikamete yönelerek bir şekilde kendilerini kaybedenlerin, ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler, kalplerini sükuna erdirecek bir netice almaları mümkün değildir Beyhude gayretler ise yersiz şikayetlerin anasıdır

İnsanın aslî hedefi, imtihan için gönderildiği bu geçici dünyada kulluğunun icaplarını yerine getirerek ahiret yurdundaki ebedi saadete erişmektir Var gücüyle Allah’ın rızasını kazanmaya, kendisini Allah’a sevdirmeye çalışır Bütün ibadetleri, hayır hasenatı bunun içindir İnsan namaz kıldığı, oruç tuttuğu, zekât verdiği, hacca gittiği, nafile ibadetler yaptığı için, bunların karşılığı veya bedeli olarak cenneti hak edemez

Bütün bunları muhabbet ve taziminin nişanesi, şükrünün ve kulluk şuurunun ifadesi olarak yapmış, böylece Allah’ın rızasını kazanabilmişse eğer, “Gir cennetime! (Fecr, 30) hitabına mazhar olabilir Yani ebedî saadet yurdu için esas vize ibadetlerimiz değil, Allah’ın rızasıdır Şu halde dünya hayatını Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanma imtihanı olarak da anlamak gerekir

Peki insan bu imtihanı nasıl başaracak, kendisini Allah’ın razı olduğu bir kul yapacaktır? Denilmiştir ki “Allah’ın rızası, kulun Allah’a olan rızasındadır Allah’a bağlılığımız, itimadımız ve O’nun kazasına rızamız, Allah’ın bizden razı olmasına sebeptir Eğer kul Allah’ı hakikaten sever ve O’ndan razı olursa, Allah da o kulu sever ve O’ndan razı olur

Allah’ı seviyorsak eğer

Sadece dil ile “Ben Allah’ı seviyorum demek, hakiki bir sevgiye, samimi bir rızaya delalet etmez Bunun ibadetlerde olduğu gibi amel halinde tezahür etmesi lazım bir; hakikatinin ve samimiyetinin test edilmesi lazım, iki Kriter Âli İmran Suresi’nin 31 ayetinde verilmiş Peygamberimiz sav’e hitaben şöyle buyuruluyor: “De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın Rasulullah sav’in sünnetine sarılmak, Allah Tealâ’yı hakikaten sevmenin işareti demek ki

Bütün şikayetlerin neticede bir “razı olmama halini yansıttığını ima etse de, şu söylediklerimizin asıl mevzuun biraz dışında kaldığı düşünülebilir Sadede şöyle gelelim: Bugün müslümanların şikayetlerinin çok büyük bir kısmı dünyalık hırsı veya mahrumiyetiyle ilgilidir Hz Peygamber sav’in bu meseledeki çok net ve açık tavrına rağmen müslümanların dünyayı “dert edinmesi, sünnete uymadığımızın, dolayısıyla Allah Tealâ’ya muhabbetimizde samimi olmadığımızın göstergesidir

Bizi günaha sokan, huzurumuzu bozan şikayetlenmelerden kurtulmak, rıza makamına ulaşmak, nefsi mutmainne mertebesine çıkabilmek, “salih kullar arasına girebilmek için Efendimiz sav’in dünya karşısındaki tavır ve tavsiyelerini bir daha hatırlamamız gerekiyor öyleyse Çünkü O, Allah’ın kendisinden en çok razı olduğu kulu, en çok sevdiği habibidir Rasuli Ekrem sav de “Allah’ı seven ve O’ndan razı olan bir kulun en ideal örneği

Sahi, biz hangi peygamberin ümmetiydik?

Bazen günlerce sıcak yemek bulamayan, sadece su ve hurma ile iftar eden, hanei saadetlerinde bir ay ocak yakılamayan, yamalı ayakkabı giyen ama bunlardan asla şikayet etmeyen bir peygamberin ümmetiyiz İstese dünyanın bütün zenginliklerini kendisine verecek Cenabı Allah’tan ailesi ve soyu için sadece “kifaf miktarı, yani yaşamalarına yetecek kadar rızık talep eden; dünyalık terekesi ibrikleğenden ibaret bir peygamber

Böyle bir peygambere ittiba edenlerin dünyalık diye bir derdi de, bundan kaynaklanan şikayetleri de olmamalıydı Halbuki halini beğenmemek, kendisine verilenlerle yetinmemek, daha fazlasını elde edemediği için üzülmek ve bütün bunlardan dolayı şikayetlenmek sıradanlaştı neredeyse

Sanki Rasulullah sav: “Dünyalıkta kendisinden aşağısına, dinde de kendisinden üstününe bakan (ve buna göre davranan) kimseyi Allah Tealâ hem sabreden hem de şükredenlerden yazar Fakat dünyalıkta kendisinden üstününe, dinde de kendisinden aşağıda olana bakanları da Allah Tealâ ne sabreden ne de şükredenlerden yazar buyurmamış gibi, “Ben şu kadar zamandır namaz kılıyor, dua ediyorum; istediklerim gerçekleşmiyor da falancada namaz niyaz olmadığı halde Allah ona veriyor türünden yakınmalarla sık sık karşılaşır olduk

Sahibine zarar veren şikayet

Sadece bu hadis değil, Zeyd b Sabit ra’den gelen başka bir rivayet de dünyalık talebi ve hırsının başlı başına bir problem olduğunu haber veriyor:

“Kimin emeli dünya olursa Allah onun işini aleyhine darmadağın eder, fakirliği iki gözünün arasında kılar, dünyadan eline geçen miktar da kaderine yazılandan fazla olmaz Kimin de kastı ahiret olursa, Allah onun (dağınık) işlerini lehinde toplar, zenginliği kalbine koyar, dünya nimetleri ona (kendiliğinden) koşarak gelir

Şu halde Peygamberimiz sav’in, üzerinden “garip bir yolcu gibi geçip gitmemizi tavsiye buyurduğu dünyayı mülk edinmeye çalışmak, asıl maksadı, yani Cenabı Hakk’ın rızasını ve bu sayede kazanılabilecek ebedi saadet yurdunu unutturmakla, bizi yanlış istikamete yöneltmekle kalmıyor, boş yere yorulup şikayetlenerek huzursuz olmamıza da yol açıyor Şikayet, bir problemin çözümüne, bir mahrumiyetin giderilmesine imkan veriyorsa anlamlı ve gereklidir Oysa daha yüksek bir hayat standardı tutkusu veya talebinden kaynaklanan şikayetlenmelerimiz hem dünya hem ahiret mahrumiyetlerimizi çoğaltıyor

Müslüman meşru çerçevede elbette dünyalık da isteyecek, bunun için dua ve niyazda bulunacak, çalışacak, sebeplere tevessül edecek ama neticeye de rıza gösterip böyle takdir buyuran Rabb’ine hamd ü senadan geri kalmayacak

Önce “lâ demeyi unutmayalım

Modern cahiliyyenin sürekli bulandırması sebebiyle müslümanlar olarak “dünya tasavvurumuzu her fırsatta berraklaştırmamız gerekiyor Burada da akıllara takılabilir; dünyalık hususunda neticeye rıza, yetinme, kanaat, kendimizden aşağıdakilere bakıp şükretmek, acaba dünyayı ihmal anlamına mı geliyor? İddia edildiği üzere böyle yapageldiğimiz için mi geri kaldık?

İmanın ilk şartı kelimei tevhide “lâ diyerek başlarız Önce zihnimizdeki bütün kabulleri, bütün anlayışları, bütün tasavvurları yıkar, siler, yok ederiz yani Sonra oraya vahyin öğrettiği “tevhidi yerleştiririz Dünya konusunda da böyle yapmaz, modernizmin zihnimize yerleştirdiği peşin kabulleri yıkmazsak, yukarıdaki soruların sancısından kurtulamayız Dahası, kendimize mahsus bir dünya tasavvuru kuramadığımız için savrulur dururuz orta yerde

Nitekim dünya anlayışını “lâ demeden inşa eden nice müslüman “aydın, Efendimiz sav’in “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışın ibaresinin geçtiği hadisi şerifini Bektaşî’nin namaz ayetini okuduğu gibi okuyarak konforu meşrulaştırmaya, izzeti servete bağlamaya, modernizmin dünya telakkisine şirin görünmeye çalışıyor

Müslümanın dünya diye bir hedefi yoktur “Fani bir varlığa bağlanmaz “Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışın başıdır hadisini düstur edindiği için dünyayı kalbine almaz Onun dünyadaki hayat anlayışı da, refah, rahat, huzur, fakirlik, zenginlik, izzet, zillet anlayışı da modern cahiliyyeninkinden farklıdır

Dünyayı ihmal mi ediyoruz?

Dünya müslüman için amaç değil araçtır Asıl maksada götürmeye hizmet ettiği ölçüde değer ve önem kazanır Bizatihi değerli ve önemli değildir Bir vasıtanın hedef haline getirilmemesi, onun ihmal edildiği anlamına gelmez Tam tersine, bir aracı “amaç ittihaz etmek, sapkınlığa ve akamete yol açtığı için o “araçın kendisinden beklenen faydasını zarara, değerini değersizliğe dönüştürmek demektir

Müslümanın çok tüketerek “mutlu olunacağına, ancak kuştüyü yataklarda “rahat uyunabileceğine dair bir kabulü olamaz O, bölüşerek ve infak ederek mutlu olur, komşusunun tok yattığından eminse rahat uyur Dünyayı değil ahireti önceler Aslında dünya ve ahiretin “önem bakımından mukayesesinin çok da anlamlı olmadığını bilir Çünkü biri vasıta, diğeri hedef olan iki şeye eşit oranda değer verilemeyeceğini fark edecek kadar feraset sahibidir

Yukarda işaret ettiğimiz ve halk arasında “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışın şeklinde meşhur olan hadis de zannedildiği üzere dünya ile ahireti dengelemez Bu hadisi şerifin muteber kaynaklardaki metni “Hiç ölmeyeceğini zanneden kişi gibi (dünya için) çalış; yarın öleceğinden korkan kimse gibi de (dünyaya bağlanmaktan) kaçın mealindedir Dikkat edilirse hadis, müminin dünya ile münasebeti sadedindedir Ahiret için yapılacaklarda acele etmeyi, dünya için ise daha teennili davranmayı salıklar

Nitekim ulema bu hadisin özellikle ilk bölümünü tevil ederken, “İnsan ebedî yaşayacağını farz ederse dünya hırsı azalır Bilir ki arzu ettiği dünyalık, onu talepteki hırs ve koşuşturmayı bir kenara bıraksa bile elinden kaçacak değildir demişlerdir Peygamberimiz sav’in aşırı hırs ve tamahtan imtinayı tavsiye eden “Dünya talebinde mutedil olun; çünkü herkes kendisi için takdir edilmiş olana müyesserdir hadisi de bu tevili desteklemektedir

Azizi vakt olduğumuz zamanlar

Bir “vasıta olduğuna, ahiret saadeti ancak bu vasıta ile temin edilebildiğine göre, müslümanın dünyayı büsbütün yok sayması, ona sırt çevirmesi söz konusu değildir Bizimle mezara gelmeyecek, orada bulunmayacak şeylerden ancak zaruret miktarı faydalanma temayülümüz de zenginliğe, dünyalık kazanma talep ve çabamıza engel değildir Zira infak etmek suretiyle bunları dahi mezara getirmek mümkündür Bununla beraber dünyalık bir mahrumiyetten dolayı asla elem çekmez müslüman Hatta “Dünyalıktan bir şey kaybettiğine üzülen kimse, cehenneme bir aylık (veya bir senelik) mesafe yaklaşmış olur hadisi şerifi mucibince bundan özellikle kaçınır

Nihayet aza kanaat ettiğimiz, kaderciliğimiz, bir lokma bir hırka ile yetindiğimiz için geri kaldığımız, izzetimizi yitirdiğimiz iddiaları tevil götürmez birer zırvadır Hz Ömer ra, hilafeti devrinde bir gün, Ashabın “Ondan daha doğru sözlü olan birisini ne gök gölgeledi, ne de yer taşıdı diye övdüğü Ebu Zer ra’ı çağırır ve ona “halkın halife aleyhine neler konuştuğunu sorar Bu soruşturmayı, varsa eğer hatalarını görmek ve telafi etmek için sık sık yapmaktadır Halife Ebu Zer ra, hürmetinden dolayı susmak istese de ısrar edilince şöyle der: “Halk arasında senin sofranda iki çeşit yemek bulunduğu ve üzerindekinden başka bir kat elbisen daha olduğu şayiası var Hz Ömer ra mahçup olur, başını eğer, “Evet, öyleydi der, “Fakat çok şükür şimdi dedikleri gibi değilim

İşte böyle yaşayan Hz Ömer ra’ın fethettiği yerlere ve müslümanlara kazandırdığı itibara, mesela her türlü zenginlik, konfor ve şaşaa içinde dem süren bazı Emevî sultanlarının bırakın yenilerini katması, bunları muhafaza etmesi bile nasip olmamıştır Biz samimiyetle “bir lokma bir hırka dediğimiz devirlerde azizi vakt idik Çünkü dünya ayaklarımızın altındaydı Şimdiki zilletimiz ise dünyayı başımızın üstünde taşımamız gerektiğine inandırılmaktan kaynaklanıyor Ezikliğimiz, perişanlığımız, feryad ü figana dönüşüp göklere yükselen şikayetlerimiz bundan

Asıl nimetin farkında değiliz

Şikayet, bazen bir şükürsüzlük veya sabırsızlık halinin dışa vurulmasıdır Halbuki müslümanın dünya hayatı şükür ve sabırdan ibaret olmalıdır Hatta Peygamberimiz sav’in, “Mümin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır Zira her işi onun için hayırdır Bu durum sadece müminlere hastır, başkalarına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder; bu ise hayırdır Bir zarar gelse sabreder; bu da hayırdır hadisinde “şükür ve “sabrı özellikle mümine tahsis etmesi, Maide Suresi’nin 23 ayetinde de “Gerçek müminler iseniz Allah’a tam bir itimatla tevekkül ediniz buyurulması, şükür ile sabrın imanın önemli bir rüknü olduğuna işarettir

Şükür gerekirken şikayet etmek böyle bir iman zafiyetinin sürüklediği nankörlük olur ki vebali vardır “Siz beni anın, ben de sizi anayım (Bir de) bana şükredin; nankörlük etmeyin (Bakara, 152) ayetinde beyan buyurulduğu gibi Allah’a şükretmemek nankörlüktür Kendisine verilen nimeti fark etmeyene, ihsanın kadrini bilmeyene, iyiliği inkâr edene nankör derler Dünyalıkta kendisinden yukardakilere bakıp “Allah bana ne verdi ki şükredeyim deyip şikayetlenenler Allah’ın nimetlerinden gafil olanlardır Böyleleri genele ait nimetleri göremez, özel servet ve imkanlar umar

Allah kendisini var kılmıştır, insan yaratmıştır, İslâm’a dahil etmiştir, yaşaması için gerekli havayı suyu vermiştir, sağlıklıdır, azaları tamdır, herkesinkiyle birlikte pazara çıkarılsa yine kendisine ait olanı alacağı bir aklı vardır, vs Bunlara nisbetle kendisinin nimet bildiği şeyler çocuk oyuncağı mesabesindedir Fakat neylersiniz ki çocuk kalmışsanız eğer, oyuncaklara meyleder; onlar elinizde bulunmadığında şikayetlenirsiniz

Bir bardak suya şükür

Abbasî halifelerinden biri, huzuruna çağırdığı vaizlerin efendisi İbnü’sSemmâk’a “Bana öğüt ver dedi Halife bu sırada içmek üzere olduğu bir bardak suyu elinde tutuyordu İbnü’sSemmâk, “Bir çölün ortasında çok şiddetli bir susuzluğa yakalandığın vakit, şu elindeki suyu bütün servetin karşılığında sana teklif etseler ne yapardın? diye sordu Halife, “Bütün servetimi verir, bu suyu alırdım dedi hiç tereddütsüz Bunun üzerine İbnü’sSemmâk şunu söyledi halifeye: “O halde bir bardak su değerinde olan servetinle daha niye böbürlenirsin?

Bu hikâye bir yanıyla dünya servetinin değersizliğine dikkat çekerken, diğer yanıyla bir bardak suyun dahi ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlatıyor Şükredecek küçük gibi görünen o kadar büyük nimet var ki Cehalet ve marifet eksikliği bunların fark edilmesini engelliyor; şükür yerine şikayete sevk ediyor insanı

Alemlerin Efendisi, kendisine bahşedilen ilim ve marifet sebebiyledir ki geceleri kalkıp gözyaşları içinde ayakları kabarıncaya kadar namaz kılar, “Ya Rasulallah, senin geçmiş ve gelecek bütün günahların bağışlanmıştır Neden kendini bu kadar hırpalıyorsun? diyenlere “Şükredici bir kul olmayayım mı? cevabını verirdi

Peki, bir bardak suya olsun şükredelim, bundan dolayı şikayetlenmeyelim ama ya onu da bulamıyor, geçim sıkıntısıyla bunalıyor, hastalıklarla boğuşuyor, musibetlere maruz kalıyorsak; Allah verdi diye bunlara da mı rıza göstereceğiz?

Rıza bazen de sabırdır

İmam Gazalî rha, belalara rıza, sabır ve dua ile bunların izalesini istemektir, diyor Yani sıkıntı ve musibeti talep etmek, bunlardan dolayı sevinmek yok ama şikayet de yok Sabır rızayla çelişmez Zira sabrı cemil, Allah’ın takdir ettiğine razı olabilmenin semeresidir Dua da rızaya münafi değildir; sahibini rıza makamından çıkarmaz

Peygamberimiz sav, rıza makamının en üst derecesinde olduğu halde dua etmiş, Allah Tealâ Enbiya Suresinin 90 ayetinde dua edenleri övmüştür Dua ile Allah’tan medet, çare ve ihtimam istemek şikayet olmaz, denilmiştir Esasen kulluğun icaplarına riayetle, tevazu ile baş eğerek müptela olduğu bir derdi Allah’a açmak tarzındaki bir şikayetlenme de kerih görülmemiştir

Buna rağmen başımıza gelenin hakkımızda daha hayırlı olduğunu düşünmek, isterken de hayırlı ise istemek evlâdır Mesela az kazançta, fazlanın hesabındaki zorluk, şımarma, harama bulaşma gibi tehlikeler de azdır ve bunlar kazanç azlığı gibi mukayyet değil mutlak birer musibettir Nasıl nimete şükür, nimetin kendisinden ziyade onu verenin ilgisinden dolayı ise, belada da belanın üzüntüsü değil, verene bağlılık öne çıkarılmalıdır Fakirlik ve hastalıktan dolayı halini insanlara açarak şikayetlenmek hoş karşılanmamıştır

Toplumsal plandaki aksaklıkları, yönetimden kaynaklanan arızaları şikayet ise bir tesbit yapmak ve çare aramaya teşvik etmek maksadı taşıyorsa mubahtır Aksi halde bir aczin ve kaçışın ifadesidir Görünen sebeplerinin de ötesine geçerek böyle sıkıntıların bize niye verildiğini, niye hep böyle şeylere düçar olduğumuzu, kendimizi tenzih etmeden anlamaya çalışmak, durumdan vazife çıkararak sorumluluk üstlenmek, hiç değilse dua etmek, şikayetlenmekten daha soylu bir davranıştır

Şikayeti şükre dönüştürmek

Şöyle toparlayalım: Ya nimeti azımsadığımız ya sıkıntıyı çok bulduğumuz için şikayet ederiz Her iki halde de bu kadarını hak etmediğimiz kabulü var Yani bir haksızlığa uğradığımızı düşünürüz hep Böyle bir düşüncenin aradaki sebepler zincirine rağmen rızayı ilâhiye dokunabileceğini hesaba katmak lazım Bir de şikayet etmeden önce hakikaten neye müstehak olduğumuzun muhasebesini adaletle yapmak Neyi ne kadar hak ettiğimizi insafla düşünürsek eğer, bütün şikayetlerimiz şükre dönüşecektir

Kuraklık sebebiyle sık sık yağmur duasına çıkan ama netice alamayan bir belde halkı, kendilerine katılmayan bir Allah dostunun yanına varır, sitem ederler Derler ki:

Perişanlığımızı gördüğün, ne çektiğimizi bildiğin halde bizimle gelip yağmur duası etmiyorsun!

Bu Allah dostu şöyle cevap verir onlara:

Siz yağmur yağmadığı için şikayet ediyorsunuz Ben ise başımıza taş yağmadığı için gece gündüz şükürle meşgulüm!

Birbirimizden Şikayet

“Bana faydalı bir şey öğret diyen ashabına Rasuli Ekrem sav’in “Müslümanların yolundan rahatsızlık veren şeyleri kaldır tavsiyesini düstur edinmiş bazı müslümanlar, hem kendileri yol almak hem de arkadan gelecek diğer kardeşlerine yol açmak için bir araya gelip hasbî bir çabayı sürdürmek konusunda sözleşir öteden beri

İşte böyle cemaatlerin yürüyüşünü aksatan en büyük tehlikelerden biridir şikayetlenme Soğumaya, şevk ve heyecanın kaybına sebep olarak verimimizi düşürmekle kalmaz, insanı kardeşleri hakkında sui zan ve gıybet gibi günahlara da sürükleyebilir

İnsanın olduğu her yerde poblemler de olacaktır Bazen bunlar karşısında üzülmemek, şikayetlenmemek, hatta öfkelenmemek kaçınılmazdır Nitekim Kur’anı Kerim’de müttakiler için bile “hiddet etmeyenler değil, “hiddetini yenenler ifadesi kullanılır (Âli İmran, 134) İhmaller, sürçmeler, yanlışlar karşısında haklı bile olsak öfkemizi yutmak, şikayet etmemek, kardeşlik hukukuna uygun davranmak gerekir Kardeşlik hukuku bağışlamayı, mazur görmeyi, kusurları araştırmamayı, ikinci kez fırsat vermeyi, iyilikle ve yumuşaklıkla muameleyi icap ettirir

Bunlar problemleri görmezlikten gelmek, tekrarlanan hatalara tahammül etmek demek değildir Müdahaleler ya gizlice nasihat yoluyla, ya sorumlulukları daha ehil olanlara vermekle yapılır Yahut Peygamberimiz sav’in “Bazı kimselere ne oldu ki şöyle şöyle yapıyorlar diyerek isim vermeden, ima etmeden, zatları değil, sadece yanlış sıfat ve fiilleri eleştiren tarzı örnek alınabilir

Haklılığa rağmen yol kardeşlerinden “sürekli şikayet sevgisizliğin alâmetidir Sevilenin veya sevildiği iddia edilenin kusurları görülebiliyorsa, muhabbet kalbi istila etmemiş demektir

“Dualarım Kabul Olmuyor!

Bir an için insanları “Şikayet etme, dua et! diyerek yönlendirdiğinizi düşünün Muhtemelen çok kısa bir süre sonra büyük kısmı “Dua ettim ama kabul olmadı şikayetiyle gelecektir yanınıza Ebu Hüreyre ra’ın rivayet ettiği bir hadisi şerif tam da bu tutumumuzu anlatıyor:

“Acele etmediğiniz müddetçe her birinizin duasına icabet olunur Ancak şöyle diyerek acele eden var: Ben Rabbime dua ettim, duamı kabul etmedi

Yapılanın “dua olması şartıyla Allah kulunun ellerini boş çevirmez Dua, insanın aczi karşısında Allah’ın kudretini itiraftır Bu hal ile netice hususunda sabırsızlık göstermemek, günah kapsamında bir şey istememiş olmak, sılai rahmin kopması talebinde bulunmamak, dilindekini kalbiyle de temenni etmek ve kulun imkanları çerçevesinde fiilen de tahakkukuna çalışmak kaydıyla bütün dualara icabet olunur

Fakat bu icabet ya dünyada peşin olur, ya ahirete saklanır, yahut da dua miktarınca kulun günahlarından hafifletilmek suretiyle gerçekleşir Duada özellikle bir şeyler istemek şart değilse de, dünyalık bir talepte bulunulmuşsa eğer, böyle duaların kabulü kulun fiilî iradesine, yani o istikamette çalışmasına, sebeplere tevessüldeki kararlılığına bağlıdır

Allah hakkında beslememiz gereken hüsni zan icabı, duanın kabul olacağına inanmak ve acaba hepsini verebilir mi şüphesine düşmeden bol bol istemek tavsiye edilmiştir Bu meyanda dualarımızda kardeşlerimizi, bütün müslümanları, hatta insanlığı unutmamak, “Onlar için de istersem bana bir şey kalmaz diye düşünmemek gerekir Hadislerle sabittir ki kişinin kardeşi hakkındaki duası daha çabuk icabet bulur ve bir melek Allah’tan o duanın aynısını dua eden için ister
 
858,505Konular
982,720Mesajlar
33,056Kullanıcılar
forumdas1Son üye
Üst Alt