Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Big Bang'in Doğuşu

Big Bang'in Doğuşu
0
116

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
14
BIG BANG'İN DOĞUŞU


Evrenin yaratılışı, bundan bir yüzyıl önce, astronomların kayda değer bir bölümü tarafından göz ardı edilen bir kavramdı Bunun nedeni ise, 19 yüzyıldaki bilim anlayışının, evrenin sonsuzdan beri var olduğu varsayımını benimsemesiydi Evreni inceleyen bilim adamlarının birçok, zaten sonsuzdan beri var olan bir maddeler bütünüyle karşı karşıya olduklarını sanıyor ve cihan için bir yaratılış, yani başlangıç olduğunu akıllarından bile geçirmiyorlardı

Bu sonsuzdan beri var olan âlemfikri, Batı düşüncesine materyalist felsefe ile birlikte girmişti Eski Yunan'da artan bu felsefe, maddeden diğer bir varlık olmadığını savunuyor ve evrenin sonsuzdan gelip sonsuza gittiğini öne sürüyordu Doğrusu materyalizm, Ortaçağ'da Kilise'nin egemen olduğu dönemde rafa kaldırılmıştı Fakat Rönesans'tan sonra Batılı bilim ve zihin adamlarının baştan Eski Yunan kaynaklarına merak sarmaları ile birlikte, materyalizm de her tarafta kabul görmeye başladı

Materyalist âlem anlayışını Yeni Çağ'da başta savunan birey ise, meşhur Alman düşünür Immanuel Kant oldu Kant, evrenin sonsuzdan beri var olduğunu ve bu sonsuzluk içinde her olasılığın mümkün sayılması gerektiğini öne sürdü Kant'ın yolunu izleyenler, ölümsüz evren fikrini materyalizmle birlikte savunmaya devam ettiler 19 yüzyıla gelindiğinde ise, evrenin bir başlangıcı, yani yaratılış hatıra olmadığı şeklindeki bahis, geniş bir kabul görür ışık halkası gelmişti Karl Marx, Friedrich Engels gibi mantıkla ilgili materyalistlerin şiddetle sahiplendikleri bu bahis, 20 yüzyıla da taşındı Laf konusu baki kâinatfikri, daima için ateizmle iç içe oldu Çünkü evrenin bir başlangıcı olması, Allah tarafından yaratıldığı anlamına geliyordu ve buna aleyhinde çıkmanın tek yolu da, hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı halde, evren sonsuzdan beri vardıriddiasını öne sürmekti

Bu iddiayı ısrarla sahiplenenlerden biri, 20 yüzyılın ilk yarısında yazdığı kitaplarla materyalizmin ve Marksizm'in meşhur bir savunucusu haline gelen Georges Pulitzer idi Pulitzer, Felsefenin Açılış İlkeleri adlı kitabında, ebedi âlemmodelinin geçerliliğine güvenerek yaratılışa şöyle karşı çıkıyordu: Kâinat yaratılmış bir şey değildir Eğer yaratılmış olsaydı, o takdirde, evrenin Tanrı tarafından emin aniden yaratılmış olması ve evrenin yoktan var edilmiş olması gerekirdi Yaratılışı kabul edebilmek için, her şeyden önce, evrenin var olmadığı bir anın varlığını, sonra da, hiçlikten (yokluktan) bir şeyin çıkmış olduğunu benimsemek gerekir Bu ise bilimin kabul edemeyeceği bir şeydir

Politzer, yaratılışa karşı ebedi kâinat fikrini savunurken, bilimin kendi tarafında olduğunu sanıyordu Ama bilim, çok geçmeden, Politzer'in eğer böylece olsa, bir Becerikli olduğunu benimsemek gerekirdediği gerçeği, yani evrenin bir başlangıcı olduğu gerçeğini ispatladı

1920'li yıllar, modern astronominin gelişimi açısından fazla önemli yıllardı 1922'de Rus fizikçi Alexandre Friedmann, Einstein ’ın genel görecelik kuramına göre evrenin tembel bir yapıya sahip olmadığını ve en minik bir etkileşimin evrenin genişlemesine ya da büzüşmesine yol açacağını hesapladı Friedmann'ın çözümünün önemini birincil ayrım eden kişi ise Belçikalı astronom Georges Lemaitre oldu Lemaitre, bu çözümlere dayanarak evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bu başlangıçtan itibaren aralıksız genişlediğini öngördü Keza, bu açılış anından arta kalan radyasyonun da saptanabileceğini belirtti

Bu bilim adamlarının teorik hesaplamaları o vakit çok ilgi çekmemişti Oysa 1929 yılında gelen gözlemsel bir delil, bilim dünyasına bomba gibi düşecekti O sene California Mont Wilson gözlemevinde, Amerikalı astronom Edwin Hubble astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden birini yaptı Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına ast olarak kızıl renge dürüst kayan bir ışık yaydıklarını saptadı Bu buluş, o zamana dek kabul görebilen cihan anlayışını temelden sarsıyordu

Çünkü bilinen fizik kurallarına kadar, gözlemin yapıldığı noktaya dürüst hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne içten kayar (Gözlemciden uzaklaşmakta olan bir trenin düdük sesinin gittikçe incelmesi gibi) Hubble'ın gözlemi ise, bu kanuna kadar, gökcisimlerinin bizden uzaklaşmakta olduklarını gösteriyordu Hubble, çok geçmeden fazla manâlı bir şeyi daha buldu; yıldızlar ve galaksiler yalnızca bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı Her şeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren aleyhinde varılabilecek tek sonuç ise, evrenin genişlemekteolduğuydu

Edwin Hubble, dev teleskobuyla yaptığı gözlemlerde evrenin genişlediğini gördü Hubble bu nedenle “ölümsüz âlem efsanesini yıkacak Big Bang teorisinin de birincil delilini bulmuş oluyordu

Kısa bir zaman önce Georges Lemaitre tarafından kehanetedilen bu gerçek, sahiden yüzyılın en büyük bilim adamı sanılan Albert Einstein göre da daha önceden dile getirilmişti Einstein 1915 yılında ortaya koyduğu genel görecelik kuramıyla yaptığı hesaplarda evrenin uyuşuk olamayacağı sonucuna varmıştı Oysa bu buluş aleyhinde son derece şaşıran Einstein bu uygun olmayansonucu ortadan kaldırmak için denklemlerinekozmolojik değişmez adını verdiği bir etken ilave etmişti Çünkü o sıralar, astronomlar ona evrenin sabit olduğunu söylüyorlardı, o da kuramının bu modele uymasını istemişti Ama sonra bu kozmolojik sabiti kariyerinin en büyük hatasıolarak tanımlayacaktı Hubble'ın ortaya koyduğu evrenin genişlediği gerçeği, kısa bir vakit sonradan yeni bir kâinat modelini doğurdu Evren genişlediğine tarafından, zamanda geriye gidildiğinde fazla daha ufak bir kâinat, daha da geriye doğru gittiğimizde tek bir noktaortaya çıkıyordu

Yapılan hesaplamalar, evrenin bütün maddesini içinde barındıran bu tek noktanın, dehşet çekim gücü nedeniyle sıfır hacmesahip olacağını gösterdi Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı Bu patlamaya Big Bang(Büyük Patlama) dendi ve bu kuram de aynı isimle bilindi Big Bang'in gösterdiği kayda değer bir gerçek vardı: Sıfır hacim sefaletanlamına geldiğine göre, cihan değiliken varışık halkası gelmişti Bu ise, evrenin bir başlangıcı olduğu anlamına geliyor ve bu nedenle materyalizmin âlem sonsuzdan beri vardırvarsayımını geçersiz kılıyordu

BIG BANG'İN ZAFERİ

Big Bang teorisi, kendisini destekleyen delillerin gücü sebebiyle, kısa sürede bilim dünyasında kabul görmeye başladı Ama materyalist felsefeye ve bu felsefenin temelindeki ebedi cihanfikrine ast kalmaya istikrarlı olan astronomlar, Big Bang'e karşısında direnmeye ve ebedi âlem fikrini ayakta tutmaya çalıştılar Bu çabanın nedeni, önde gelen materyalist fizikçilerden Arthur Eddington'ın felsefi olarak doğanın şu anki düzeninin ansızın başlamış olduğu düşüncesi bana gelmektedirsözünden anlaşılıyordu

Big Bang teorisinden rahatsız olanların başında dünyaca ünlü İngiliz gökbilimci Sir Fred Hoyle geliyordu Hoyle, bu yüzyılın ortalarında steadystate(değişmez koşul) adında, 19 yüzyıldaki ebedi evren fikrinin bir devamı olan yeni bir cihan modeli ortaya attı Hoyle evrenin genişlediğini kabul etmekle birlikte, evrenin boyut ve vakit açısından sonsuz olduğunu bahis ediyordu Bu modele tarafından, âlem genişledikçe madde, gerektiği miktarda, aniden, kendi kendine var olmaya başlıyordu Tek görünür amacı materyalist felsefenin temeli olan sonsuzdan beri var olan maddedogmasını teşvik etmek olan bu kuram, evrenin başlangıcı olduğunu savunan Big Bang kuramıyla taban tabana zıttı

Sabit şart teorisini savunanlar uzunca bir vakit Big Bang'e karşısında direndiler Lakin bilim aleyhlerine işliyordu

1948 yılında George Gamov, Georges Lemaitre'in hesaplamalarını ilerletti ve Big Bang'e alt olarak yeni bir çabuk ortaya sürdü Buna kadar evrenin büyük patlama ile oluşması durumunda, evrende bu patlamadan arta kalan kayıtlı oranda bir radyasyonun olması gerekiyordu Dahası bu radyasyon evrenin her yanında eşdeğer olmalıydı

Olması gerekenbu delil çok geçmeden bulundu 1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson adlı iki analist bu dalgaları bir tesadüf sonucunda keşfettiler Kozmik Fon Radyasyonuadı bahşedilen bu radyasyon uzayın belirlenmiş bir tarafından gelen radyasyondan farklıydı Doğaüstü bir eşyönlülük sergiliyordu Diğer bir ifade ile yerel kökenli değildi, yani kayıtlı bir kaynağı yoktu, evrenin tümüne dağılmış bir radyasyondu Bu Nedenle uzun süredir evrenin her yerinden eşdeğer ölçüde alınan ısı dalgasının, Big Bang'in ilk dönemlerinden kalma olduğu ortaya çıktı Üstelik bu sayı bilim adamlarının önceden öngördükleri rakama çok yakındı Penzias ve Wilson, Big Bang'in bu ispatını deneyde kullanılan olarak birincil gösteren kişiler oldukları için Nobel Ödülü kazandılar

1989 yılına gelindiğinde ise, George Smoot ve onun Nasa Ekibi, Kozmik Geri plan Işıma Kâşifi Uydusu'nu (COBE) uzaya gönderdiler Bu gelişmiş uyduya yerleştirilen hassas tarayıcıların, Penzias ve Wilson'ın ölçümlerini doğrulaması sadece sekiz dakika sürdü Sonuçlar, tarayıcıların kesinlikle evrenin başlangıcındaki büyük patlamanın sıcak, yoğun konumunun kalıntılarını gösterdiğini kanıtladı Birçok bilim adamı COBE'nin başarısını Big Bang'in mucizevi bir şekilde onaylanması olarak yorumladı

Big Bang'in bir öteki kayda değer delili ise, uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarı oldu Günümüzde yapılan ölçümlerde anlaşıldı oysa, evrendeki hidrojenhelyum gazlarının oranı, Big Bang'den arta kalan hidrojenhelyum oranının teorik hesaplanmasıyla uyuşuyordu Eğer kâinat, bir başlangıcı olmadan, sonsuzdan geliyor olsaydı, evrendeki hidrojen iyice yanarak helyuma dönüşmüş olurdu

Bütün bunlarla birlikte Big Bang bilim dünyasında muhakkak bir kabul gördü Scientific Amerikan dergisinin Ekim 1994 sayısındaki bir makaleye tarafından, cihan sürekli, uyumlu olarak genişliyordu ve Big Bang modeli yüzyılımızın kabul görmüş tek modeliydi

Fred Hoyle ile birlikte uzun yıllar sabit şart teorisini savunan Dennis Sciama, ardı ardına gelen ve Big Bang'i ispatlayan bütün bu deliller karşı içine düştükleri durumu şöyle anlatır:

Değişmez durum teorisini savunanlarla onu test eden ve bence onu çürütmeyi uman gözlemciler arasında, bir dönem çok sert tartışma vardı Bu dönem içinde ben de bir rol üstlenmiştim Çünkü gerçekliğine inandığım için yok, hakiki olmasını istediğim için 'değişmez durum' teorisini savunuyordum Teorinin geçersizliğini savunan kanıtlar ortaya çıkmaya başladıkça Fred Hoyle bu kanıtları karşılamada lider rol üstlenmişti Ben de yanına yer almış, bu düşmanca kanıtlara nasıl cevap verilebileceği konusunda akıl yürütüyordum Ama kanıtlar biriktikçe artık oyunun bittiği ve değişmez şart teorisinin bir kenara bırakılması gerçeği ortaya çıkıyordu *
 
858,505Konular
982,687Mesajlar
33,050Kullanıcılar
HelsinkiSon üye
Üst Alt