iltasyazilim
FD Üye
Makalemizde, farz ibadetle beraber, bizi Rabb'imize yaklaştıran nafile ibadetten söz etmeye çalışacağız Nafile kelimesinin Türkçede 'yararsız, boşa giden, boş, işe yaramayan' mânâlarında kullanıldığını, ancak dinî bir kavram olarak nafilenin bu anlamda olmadığını sözün başında belirtmek isteriz Giriş mahiyetinde, kaynaklarımızda daha çok kurbet kavramıyla dile getirilen Allah'a yaklaşmanın keyfiyeti üzerinde bir nebze durduktan sonra, nafile ibadetle alâkalı bazı konular hakkında kısa açıklamalarda bulunmaya gayret edeceğiz 'Yakın olma'1 mânâsına gelen 'kurb' kelimesi, kavram olarak daha çok tasavvufî eserlerde ele alınmış ve biri Allah'ın insana yakınlığı (umumî kurb), diğeri de insanın Rabb'ine yakınlığı (hususî kurb) şeklinde ikiye ayrılmıştır ElKarîb ismine sahip olan Allah (celle celâluhu), keyfiyetini tam anlayamasak da, şüphesiz ilmi, kudreti, rızık vermesi, koruması vb diğer isim ve sıfatlarının tecellisiyle, inananinanmayan ve her nerede olurlarsa olsunlar bütün insanlarla beraberdir (Hadîd, 574) ve onlara şahdamarlarından daha yakındır (Kaf, 5016) Bu umumî yakınlığın bütün varlıkları kuşattığı da şüphesizdir
Konumuz olan müminlerin Allah'a yakınlığı, yani hususî veya manevî yakınlığa gelince o, hem âyeti kerîmelerde hem de hadîsi şerîflerde şöyle ifade edilmiştir:
Şüphesiz Allah, takvaya sarılanlar ve ihsan şuuruyla iyiliği ve güzelliği takip edenlerle beraberdir(Nahl, 16128) Şüphesiz beraberimdedir Rabbim ve bana yol gösterecektir(Şu'ara, 2662) Şüphesiz Allah bizimle beraberdir(Tevbe, 940)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bir hadîsi şerîflerinde şöyle buyuruyor: Kulun Rabb'ine en yakın olduğu hâl secdedir; öyle ise secdede O'na çokça dua edin2
Zühd ve tasavvuf kaynaklarında da konuyla alâkalı açıklamalar yapılmıştır Meselâ Seri esSakatî (257870), Kurb itaattirder Ruveym (303915), Kurb engelleri aradan kaldırmaktır3 derken, Serrac (378988), kurbu Kurb kulun kalbiyle Hakk'ın kendisine yakın olduğunu hissedip itaat ve ibadetiyle O'na yaklaşması; dili ve kalbi ile O'nu zikredip bütün dikkatini O'na vermesidirşeklinde açıklar4 Tasavvuf ehlinin yaptığı diğer tarif ve yorumlar ile seyr u sülûk usulleri dikkate alındığında, kurb için şu tarifi yapmak mümkündür: Kurb bir nefhai İlâhî olan insan ruhunun iman, ameli salih, teveccüh, ihlas ve nefis mücahede ve tezkiyesiyle inkişaf ettirilip, Hakk'a bir mir'atı mücella hâline getirilmesi ve böylece insanın cismaniyet çeperini aşarak Allah'a yaklaşması demektir Urûc kavramı ile de anlatılabilen bu mesele, insanı kâmil olma yolunda mesafe almanın da adıdır5
Öyle ise bir mümin için en önemli şey Allah'a yakınlık kazanmaktır Bunun yolu da, şüphesiz insanın yaradılış gayesine uygun hareket ederek, farzı ve nafilesiyle, ibadette derinleşmesidir Yani ibadetle kurbet doğru orantılıdır Şunu da eklemek mümkündür: Bütün ibadetler ve ahlâkî davranışlar birer vasıtadır, asıl gaye Allah'a yakınlık kazanmak, diğer bir ifadeyle O'nun rızasına nail olmaktır
NAFİLE İBADETİN KİTAP VE SÜNNETTEKİ YERİ
Bizi kurbete ulaştıracak ibadetler ana hatlarıyla, farz ve nafile şeklinde iki gruba ayrılmaktadır Farzlar Rabb'imizin emri, nafileler (Sünnetler genel anlamıyla nafileye dâhildir) de Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) emir ve uygulamaları şeklinde bilinmektedir Ancak yaygın olan bu kanaat kısmen doğru olsa da, nafile ibadetlerin Sünnet'in yanı sıra Kur'an ve kudsî hadîslerde de genişçe yer aldıklarını belirtmek gerekir Meselâ, Sana mahsus bir nafile olmak üzere gecenin bir kısmında teheccüd namazı kıl! Böylece Rabbinin seni makamı mahmûda eriştireceğini umabilirsin(İsra, 1779) mealindeki âyette nafile kavramı geçtiği gibi, Her kim de, gönüllü olarak kendi hayrına (tatavvu') olarak fidye miktarını artırırsa bu, kendisi hakkında elbette daha hayırlıdır(Bakara, 2184) mealindeki âyette de yine gönüllü olarak eda edilen fazla ve nafile ibadet mânâsında 'tatavvu' kelimesi geçmektedir Birinci âyette geçen nafile kelimesi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) açısından farz, biz mü'minler açısından ise nafile mânâsındadır Yani O'na (sallallahu aleyhi ve sellem) teheccüd namazı farz, bize ise nafiledir
Rabb'imiz (celle celâluhu), Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) diliyle, yani kudsî hadîslerde de, nafile ibadetlerden söz etmektedir İki misâl vermekle iktifa ediyoruz Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kıyamet günü insanlar ilk önce namazdan sorguya çekilirler Rabb'imiz (celle celâluhu), sorguya çekilen kişinin durumunu çok daha iyi bilmekle birlikte, meleklerine şöyle emreder: 'Kulumun namazına bakın, tam mı eksik mi?' Eğer eksik değilse tam bir namaz olarak kayda geçer, eğer eksik ise Rabb'imiz, 'Bakın bakalım kulumun nafile namazları var mı?der Eğer nafile (tatavvu') namazları varsa, 'Farzlarını onlarla tamamlayın' emrini verir Sonra diğer ameller de bu şekilde hesaplanır6
Konumuzla yakından alâkalı olan diğer bir kudsî hadîste ise şu ifadeler bulunmaktadır: Her kim benim veli (has) kuluma düşmanlık ederse, Ben de ona karşı harp ilân ederim Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli hiçbir şeyle bana yakınlık kazanamaz Kulum (farzlara ilâve olarak yaptığı) nafile ibadetlerle bana yakınlık kazanır da nihayet Ben onu severim Onu sevince de onun işiten kulağı, gören gözü, tutup yakalayan eli ve yürümesine vasıta olan ayağı olurum (Hâsılı; onun işitmesi, görmesi, tutması, yürümesi doğrudan doğruya meşîeti hâssa dairesinde cereyan etmeye başlar) Böylesi bir kul Ben'den bir şey isterse istediğini muhakkak ona veririm Bana sığınırsa onu hıfz ve sıyanetim altına alırım7
Hadîsi şerîflerde ise, değişik şekil ve dereceleriyle nafile ibadete dâir çok sayıda tatbikat ve emir olduğu herkesin malumu olduğundan burada sadece bir misal vermekle yetineceğiz: Her kim bir gün ve gecede, farz namazlar dışında on iki rekât namaz kılarsa, Allah Teâlâ ona Cennet'te bir ev bina edecektir Bunlar şu namazlardır: Sabah namazından önce iki rekât, öğleden önce dört rekât, öğleden sonra iki rekât, akşamdan sonra iki rekât ve yatsıdan sonra iki rekât8 Bütün bunlar, farz ibadetlerin dışında insanı Allah'a yaklaştıracak ve sevgisine mazhar kılacak, kaynağı Kitap ve Sünnet olan nafile ibadetler de bulunduğuna işaret etmektedir
FARZNAFİLE MÜNASEBETİ
Yukarıda zikredilen hadîsi şerîfler üzerinde bir nebze durmak istiyoruz
İkinci hadîsi şerîfte Allah'a (celle celâluhu) en sevimli olan ve O'na en çok yaklaştıran ibadetlerin farz ibadetler olduğu açıkça ifade edilmektedir Bunlara ek olarak, yani bunları yerine getirdikten sonra, Allah'a (celle celâluhu) daha çok yaklaşmak isteyen kişi nafile ibadetler de yapmalıdır Buradan nafilenin hiçbir zaman farzdan daha önemli olamayacağı, önüne geçemeyeceği, ondan daha sevaplı olamayacağı, dolayısıyla tek başına Allah'a (celle celâluhu) daha çok yaklaştıramayacağı anlaşılmaktadır Zîrâ nafileye bu adın verilmesi, farzlara ek olarak yapılan ama farz olmayan ibadetler olmasıdır Öyle ise kim farzı eda eder, ona nafileyi ekler ve buna devam ederse, işte o zaman Allah'a daha çok yakınlık elde eder
Diğer taraftan birinci hadîsi şerîfte nafilelerin, farzların eksikliklerini tamamlamaya yarayacağı dile getirilmektedir ki, buna cebren linnoksan (eksiklikleri kapama, yarayı sarma) denir Eksikliğin iki şekilde olması muhtemeldir: Ya sayısal (kemmi) olarak farzlar eksik olur, nafilelerle bu eksiklikler tamamlanır ya da farzların huşu, hudu, ta'dili erkân gibi keyfiyetleri, tabir yerinde ise iç donanımları yeterli değildir yani yaralıdırlar ve bu eksiklikyara nafilelerle tamamlanırsarılır9
Kurbu feraiz ve kurbu nevâfil izah edilirken, birincisinin nebiler, ikincisinin de, başta evliyaullah olmak üzere diğer müminlere ait olduğunun beyan edilmesi de nafilenin bu esprisinde aranmalıdır Zîrâ farzları hem kemmî hem de keyfî olarak eksiksiz yapmak ancak peygamberlerin başarabileceği bir husustur Onun için de onların nafileleri farzların eksikliklerini gidermeye yönelik olmayıp derin bir şükrün ifadesidir Nitekim bir hadîsi şerîfte Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu açıkça dile getirmektedir Hz Aişe Validemiz (r a) anlatıyor: Hz Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), gece namaz kılmak için iki ayağı şişene kadar ayakta dururdu Kendisine, 'Ey Allah'ın Resulü! Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır (Fetih, 482), buna rağmen ibadet konusunda niye kendini bu kadar zorluyorsun?' deyince, 'Ben (Allah'ın bu mağfiretine karşı) şükreden bir kul olmayayım mı?' cevabını verdi10 Peygamberlerin dışında kalan kişiler ise, onların seviyesinde farzları yerine getirmeye muvaffak olamayacakları için, farzları tamamlama noktasında nafileye ihtiyaçları olacaktır
Öyle ise asıl olan farzlardır, bütün gayret onları tamamlamaya matuf olmalıdır; nafilelerin birinci vazifesi de budur Yani farzlarla arzulanan netice onlara ek olarak eda edilen nafilelerle gerçekleşmiş olur Yani önce, keyfiyeten eksik olsa bile, farzlar yerine getirilmeli sonra da nafilelerle uğraşılmalıdır Aksi takdirde nafilenin temel amacı olan farzı tamamlama gerçekleşmez; zîrâ yerine getirilen bir farz bulunmamaktadır
Ancak nafilelerin tek gayesinin farzların eksiğini tamamlamak olmadığını yine Efendimiz'den (sallallahu aleyhi ve sellem) öğreniyoruz Başta sabah namazının sünneti, teheccüd, evvabin olmak üzere, nafile namaz ve diğer nafile ibadetler hakkında varit olan övücü sözleri ve onları edaya devam etmesi, nafile ibadetlerin ayrıca sevap getirdiklerini, dolayısıyla Allah'a yakınlık sağladıklarını bize açıkça göstermektedir Meselâ sabah namazının sünneti için şöyle buyuruyor: Sabah namazının iki rekâtı sünneti dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır11
İmamı Rabbânî farzlarla Allah'a yakın olmanın ehemmiyetine dikkat çekerek, nafilelere çok düşkünlük gösterip düşünce ve kanaat itibariyle dahi olsa, farzlara gölge düşürmenin tehlikesine dikkat çekiyor Meselâ, her gün 100 rekât nafile namaz kılan biri Şu farzı kılayım da kendi namazlarıma başlayayımşeklinde düşünse ve kendimindediği nafileleri adeta farzların önüne geçirse, onun, kurbu ferâizle alınan mesafenin çok gerisinde kalacağını belirtiyor12
Hadîsi şerîfte özel bir kurbetten de söz edilmektedir Yani, Allah'ım, yalnız Sana kulluk eder, yalnız Sen'den yardım dileniriz(Fatiha, 15) diyerek sürekli istediğimiz bir kurbet daha vardır Bu, kendimizi, kendi uzaklığımızı aşmaya matuf bir kurbet talebidir Yardım O'ndan (celle celâluhu) olduktan sonra, Cenâbı Hak hiç umulmadık şekilde öyle kurbetler ihsan eder, öyle kurbet cilvelerine mazhar kılar ki, belki hiç düşünmediğimiz, aklımızın köşesinden hiç geçmeyen, hiç tasavvur etmediğimiz, hayalimize de hiç gelmemiş olan yakınlıklara ulaştırılırız Çünkü nafileler ile kurbet ifade edilirken Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurumdeniliyor Evet, bu ifadeler bir mânâda müteşâbih olsa da, farz blokajı üzerinde kurulan nafileler yoluyla daha derince bir kurbete ulaşmanın mümkün olduğu da vurgulanmış oluyor
Meselenin diğer bir yönü de şudur: Farzları yerine getirmenin yanı sıra, haramlardan da kaçınılmalıdır ki, tam bir yakınlık gerçekleşsin Aslında bu iki durum birbirinin tamamlayıcısıdır İkinci adım olan nafilelerle yakınlığın sağlanması için ise, nafilenin zıddı sayılabilecek ve değişik dereceleri olan mekruh fiil ve durumlardan da kaçınılmalıdır Buna vera' ve takva denir
NAFİLE İBADETTE DENGE VE DEVAMLILIK
Nafile ibadetler, onları anlatan nafile ve tatavvu kelimelerinin sözlük mânâlarında da görüldüğü gibi, isteğe bağlı, gönüllülük esasına dayalı, Allah'ın emri olan farzlara ek, terk edilmeleri hoş karşılanmamakla beraber, terk edene şer'î bir cezanın terettüp etmediği ibadetlerdir Nafile ibadetlerin bir kısmında (meselâ mutlak nafilede olduğu gibi) üst sınırın net olmaması ve bir nevi kişinin durumu ve takatine havale edilmiş olması, sahabei kiram arasında ibadetle şahlanan misâllerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) nafile ibadetler konusunda göstermiş olduğu titizlik böyle bir neticeyi doğurmuş; ancak bazılarının altından kalkamayacağı ve eşleri tarafından şikâyet edilecekleri bir hâl almasına da sebep olmuştur Bunun üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hem tatbikatları hem de mübarek sözleri ile ashabına orta yolu göstermiştir Meselâ şu hadîsi şerîf onlardan biridir: Hz Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Şüphesiz ki bu din kolaylıktır Hiç kimse kaldıramayacağı mükellefiyetlerin altına girerek dini geçmeye çalışmasın; (insan ne yaparsa yapsın yine de mutlaka bir kısım eksik ve kusurları vardır ve) galibiyet dinde kalır O hâlde orta yolu tutunuz, amellerinizde en iyisini yapmaya muktedir olamadığınızda ona yakın bir seviyeyi yakalamaya çalışınız Böyle yaptığınız takdirde size müjdeler olsun Günün başlangıç ve sonunu, gecenin de son kısmını (dünya ve ukba hesabına iyi değerlendirip Allah'ın yâr ve) yardımcı olmasını talep ediniz13
Hadîsi şerîfte, özellikle bir vakte bağlı olmayan nafile ibadetler için kişinin dinç olduğu zamanları gözetmesi de tavsiye edilmektedir Sabah, akşam ve gece yolculuklarının misâl verilmesi, kuşluk, evvabin ve teheccüd namazlarına işaret olduğu gibi, gün içerisinde dinç olunan zamanları da göstermektedir14
İbadette mükemmeli yakalamak arzu edilen bir şeydir; ancak huşu ve hudu gibi kişinin marifet ufkuna göre sınırı belirlenen ve mutlak nafile namaz ve oruç gibi, üst limiti belirtilmeyen bazı meselelerde bunu gerçekleştirmek mümkün değildir Sürekli azimet eksenli yaşayıp ruhsatlardan istifade etmemek de kolay olmadığı gibi herkese teşmil edilecek şekilde tavsiye de edilmemektedir Durum böyle olunca, dini yaşamayı zor hâle getirecek ve usanç verecek ifrat ve tefritlerden kaçınmalı, en dinç, hattâ coşkulu zamanlarımızı, önemli zannettiğimiz başka işlere değil ibadete ayırmalı, böylece ibadetin zevkine varmalı; nefsin vesvesesine kapı açmadan, başlanan ve alışılan ibadeti terk etmeden, başta nefsimiz, eşimiz vb üzerimizde hakkı olan kişilerin hakkına riayet ederek; kısacası Sünnet'e uyarak ibadet hayatımızı ölüm (yakîn) gelinceye kadar ihlâsla sürdürmeliyiz
İbadette devamlılığa gelince: Cenabı Hak bir âyette mealen, Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine ibadet et(Hicr, 1599) buyurmaktadır Başka bir âyette, ipini sağlamlaştırdığı hâlde sonra gevşetip bozan kadın misali verilerek, bir ibadete başlayıp bırakan, bir konuda söz verip cayan kişiler yerilmekte ve ibadetin devamlı olanının faziletine dikkat çekilmektedir (Nahl, 1692)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de: Amellerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olanıdır15 buyurmuş ve Abdullah b Amr'a; Daha önce gece ibadetine kalkıp şimdi terk etmiş falan gibi olma16 tavsiyesinde bulunmuştur Şüphesiz az bile olsa devamlı olan ibadet, arada bir yapılan çok ibadetten daha hayırlıdır Çünkü ibadetin devamıyla itaat, zikir, murakabe, niyet, ihlâs ve Hakk'a teveccüh de süreklilik arz eder17 Damlaya damlaya göl olurfehvasınca, az ama devamlı olan amel arada bir yapılan ameli kat kat geride bırakır Ayrıca ibadet gibi bir nimetle nimetlendirilen kişinin bunu, gücü yettiği kadar sürdürmesi bu nimete karşılık olarak vereceği en güzel şükür olacaktır Devamsızlık ise, mânevî zevk ve sevaptan mahrum kalmanın yanı sıra, ruhbaniyet âyetine (Hadîd, 5727) işaret gibi görünen şu Nebevî tehditle yüz yüze gelmeye de sebep olabilir: Kim başladığı bir ibadeti, tembelliğinden dolayı terk ederse, Allah'ın gazabına duçar olur18
NETİCE
İslâm'ın biri itikad, diğeri de bu itikadın amelî ciheti olmak üzere iki yönü vardır İtikad; İslâm'ın temel iman esaslarıdır İslâm'ın bir de amelî ciheti vardır ki, farzı, nafilesiyle ibadet ve evrad ü ezkar bu kategori içine girmektedir İbadet, bütün güç ve kuvveti ile itikada ait meselelerin blokajı ve onları inkişaf ettiren fakülteleridir Zîrâ dinî hayatın kaymalardan korunması ve kollanması ancak ibadetle mümkündür İbadeti olmayan insan, kendi tabiatıyla bütünleşemez ve onun için her zaman değişik inhiraf noktalarından kaymalar söz konusu olabilir
İnsan, nazarî olarak inanılması gerekli olan hakikatleri kabul edebilir Ancak, ister ilim adına yapılan araştırmalarda, isterse inanç ve ibadet dünyasıyla alâkalı hususlarda olsun, mârifetullah ufkuna ulaşmak nazarî akılla değil; ancak amelî akılla mümkün olacaktır Zîrâ insan, inancını ancak ibadetle tabiatının bir parçası ve derinliği hâline getirebilir İşte makalemizin konusu olan ve farz ibadet temeline oturan nafile ibadet de bu ibadet hayatının en önemli kısımlarından birini teşkil eder
Kaynak : dini ilimler dergisi
Konumuz olan müminlerin Allah'a yakınlığı, yani hususî veya manevî yakınlığa gelince o, hem âyeti kerîmelerde hem de hadîsi şerîflerde şöyle ifade edilmiştir:
Şüphesiz Allah, takvaya sarılanlar ve ihsan şuuruyla iyiliği ve güzelliği takip edenlerle beraberdir(Nahl, 16128) Şüphesiz beraberimdedir Rabbim ve bana yol gösterecektir(Şu'ara, 2662) Şüphesiz Allah bizimle beraberdir(Tevbe, 940)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bir hadîsi şerîflerinde şöyle buyuruyor: Kulun Rabb'ine en yakın olduğu hâl secdedir; öyle ise secdede O'na çokça dua edin2
Zühd ve tasavvuf kaynaklarında da konuyla alâkalı açıklamalar yapılmıştır Meselâ Seri esSakatî (257870), Kurb itaattirder Ruveym (303915), Kurb engelleri aradan kaldırmaktır3 derken, Serrac (378988), kurbu Kurb kulun kalbiyle Hakk'ın kendisine yakın olduğunu hissedip itaat ve ibadetiyle O'na yaklaşması; dili ve kalbi ile O'nu zikredip bütün dikkatini O'na vermesidirşeklinde açıklar4 Tasavvuf ehlinin yaptığı diğer tarif ve yorumlar ile seyr u sülûk usulleri dikkate alındığında, kurb için şu tarifi yapmak mümkündür: Kurb bir nefhai İlâhî olan insan ruhunun iman, ameli salih, teveccüh, ihlas ve nefis mücahede ve tezkiyesiyle inkişaf ettirilip, Hakk'a bir mir'atı mücella hâline getirilmesi ve böylece insanın cismaniyet çeperini aşarak Allah'a yaklaşması demektir Urûc kavramı ile de anlatılabilen bu mesele, insanı kâmil olma yolunda mesafe almanın da adıdır5
Öyle ise bir mümin için en önemli şey Allah'a yakınlık kazanmaktır Bunun yolu da, şüphesiz insanın yaradılış gayesine uygun hareket ederek, farzı ve nafilesiyle, ibadette derinleşmesidir Yani ibadetle kurbet doğru orantılıdır Şunu da eklemek mümkündür: Bütün ibadetler ve ahlâkî davranışlar birer vasıtadır, asıl gaye Allah'a yakınlık kazanmak, diğer bir ifadeyle O'nun rızasına nail olmaktır
NAFİLE İBADETİN KİTAP VE SÜNNETTEKİ YERİ
Bizi kurbete ulaştıracak ibadetler ana hatlarıyla, farz ve nafile şeklinde iki gruba ayrılmaktadır Farzlar Rabb'imizin emri, nafileler (Sünnetler genel anlamıyla nafileye dâhildir) de Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) emir ve uygulamaları şeklinde bilinmektedir Ancak yaygın olan bu kanaat kısmen doğru olsa da, nafile ibadetlerin Sünnet'in yanı sıra Kur'an ve kudsî hadîslerde de genişçe yer aldıklarını belirtmek gerekir Meselâ, Sana mahsus bir nafile olmak üzere gecenin bir kısmında teheccüd namazı kıl! Böylece Rabbinin seni makamı mahmûda eriştireceğini umabilirsin(İsra, 1779) mealindeki âyette nafile kavramı geçtiği gibi, Her kim de, gönüllü olarak kendi hayrına (tatavvu') olarak fidye miktarını artırırsa bu, kendisi hakkında elbette daha hayırlıdır(Bakara, 2184) mealindeki âyette de yine gönüllü olarak eda edilen fazla ve nafile ibadet mânâsında 'tatavvu' kelimesi geçmektedir Birinci âyette geçen nafile kelimesi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) açısından farz, biz mü'minler açısından ise nafile mânâsındadır Yani O'na (sallallahu aleyhi ve sellem) teheccüd namazı farz, bize ise nafiledir
Rabb'imiz (celle celâluhu), Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) diliyle, yani kudsî hadîslerde de, nafile ibadetlerden söz etmektedir İki misâl vermekle iktifa ediyoruz Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kıyamet günü insanlar ilk önce namazdan sorguya çekilirler Rabb'imiz (celle celâluhu), sorguya çekilen kişinin durumunu çok daha iyi bilmekle birlikte, meleklerine şöyle emreder: 'Kulumun namazına bakın, tam mı eksik mi?' Eğer eksik değilse tam bir namaz olarak kayda geçer, eğer eksik ise Rabb'imiz, 'Bakın bakalım kulumun nafile namazları var mı?der Eğer nafile (tatavvu') namazları varsa, 'Farzlarını onlarla tamamlayın' emrini verir Sonra diğer ameller de bu şekilde hesaplanır6
Konumuzla yakından alâkalı olan diğer bir kudsî hadîste ise şu ifadeler bulunmaktadır: Her kim benim veli (has) kuluma düşmanlık ederse, Ben de ona karşı harp ilân ederim Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli hiçbir şeyle bana yakınlık kazanamaz Kulum (farzlara ilâve olarak yaptığı) nafile ibadetlerle bana yakınlık kazanır da nihayet Ben onu severim Onu sevince de onun işiten kulağı, gören gözü, tutup yakalayan eli ve yürümesine vasıta olan ayağı olurum (Hâsılı; onun işitmesi, görmesi, tutması, yürümesi doğrudan doğruya meşîeti hâssa dairesinde cereyan etmeye başlar) Böylesi bir kul Ben'den bir şey isterse istediğini muhakkak ona veririm Bana sığınırsa onu hıfz ve sıyanetim altına alırım7
Hadîsi şerîflerde ise, değişik şekil ve dereceleriyle nafile ibadete dâir çok sayıda tatbikat ve emir olduğu herkesin malumu olduğundan burada sadece bir misal vermekle yetineceğiz: Her kim bir gün ve gecede, farz namazlar dışında on iki rekât namaz kılarsa, Allah Teâlâ ona Cennet'te bir ev bina edecektir Bunlar şu namazlardır: Sabah namazından önce iki rekât, öğleden önce dört rekât, öğleden sonra iki rekât, akşamdan sonra iki rekât ve yatsıdan sonra iki rekât8 Bütün bunlar, farz ibadetlerin dışında insanı Allah'a yaklaştıracak ve sevgisine mazhar kılacak, kaynağı Kitap ve Sünnet olan nafile ibadetler de bulunduğuna işaret etmektedir
FARZNAFİLE MÜNASEBETİ
Yukarıda zikredilen hadîsi şerîfler üzerinde bir nebze durmak istiyoruz
İkinci hadîsi şerîfte Allah'a (celle celâluhu) en sevimli olan ve O'na en çok yaklaştıran ibadetlerin farz ibadetler olduğu açıkça ifade edilmektedir Bunlara ek olarak, yani bunları yerine getirdikten sonra, Allah'a (celle celâluhu) daha çok yaklaşmak isteyen kişi nafile ibadetler de yapmalıdır Buradan nafilenin hiçbir zaman farzdan daha önemli olamayacağı, önüne geçemeyeceği, ondan daha sevaplı olamayacağı, dolayısıyla tek başına Allah'a (celle celâluhu) daha çok yaklaştıramayacağı anlaşılmaktadır Zîrâ nafileye bu adın verilmesi, farzlara ek olarak yapılan ama farz olmayan ibadetler olmasıdır Öyle ise kim farzı eda eder, ona nafileyi ekler ve buna devam ederse, işte o zaman Allah'a daha çok yakınlık elde eder
Diğer taraftan birinci hadîsi şerîfte nafilelerin, farzların eksikliklerini tamamlamaya yarayacağı dile getirilmektedir ki, buna cebren linnoksan (eksiklikleri kapama, yarayı sarma) denir Eksikliğin iki şekilde olması muhtemeldir: Ya sayısal (kemmi) olarak farzlar eksik olur, nafilelerle bu eksiklikler tamamlanır ya da farzların huşu, hudu, ta'dili erkân gibi keyfiyetleri, tabir yerinde ise iç donanımları yeterli değildir yani yaralıdırlar ve bu eksiklikyara nafilelerle tamamlanırsarılır9
Kurbu feraiz ve kurbu nevâfil izah edilirken, birincisinin nebiler, ikincisinin de, başta evliyaullah olmak üzere diğer müminlere ait olduğunun beyan edilmesi de nafilenin bu esprisinde aranmalıdır Zîrâ farzları hem kemmî hem de keyfî olarak eksiksiz yapmak ancak peygamberlerin başarabileceği bir husustur Onun için de onların nafileleri farzların eksikliklerini gidermeye yönelik olmayıp derin bir şükrün ifadesidir Nitekim bir hadîsi şerîfte Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu açıkça dile getirmektedir Hz Aişe Validemiz (r a) anlatıyor: Hz Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), gece namaz kılmak için iki ayağı şişene kadar ayakta dururdu Kendisine, 'Ey Allah'ın Resulü! Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır (Fetih, 482), buna rağmen ibadet konusunda niye kendini bu kadar zorluyorsun?' deyince, 'Ben (Allah'ın bu mağfiretine karşı) şükreden bir kul olmayayım mı?' cevabını verdi10 Peygamberlerin dışında kalan kişiler ise, onların seviyesinde farzları yerine getirmeye muvaffak olamayacakları için, farzları tamamlama noktasında nafileye ihtiyaçları olacaktır
Öyle ise asıl olan farzlardır, bütün gayret onları tamamlamaya matuf olmalıdır; nafilelerin birinci vazifesi de budur Yani farzlarla arzulanan netice onlara ek olarak eda edilen nafilelerle gerçekleşmiş olur Yani önce, keyfiyeten eksik olsa bile, farzlar yerine getirilmeli sonra da nafilelerle uğraşılmalıdır Aksi takdirde nafilenin temel amacı olan farzı tamamlama gerçekleşmez; zîrâ yerine getirilen bir farz bulunmamaktadır
Ancak nafilelerin tek gayesinin farzların eksiğini tamamlamak olmadığını yine Efendimiz'den (sallallahu aleyhi ve sellem) öğreniyoruz Başta sabah namazının sünneti, teheccüd, evvabin olmak üzere, nafile namaz ve diğer nafile ibadetler hakkında varit olan övücü sözleri ve onları edaya devam etmesi, nafile ibadetlerin ayrıca sevap getirdiklerini, dolayısıyla Allah'a yakınlık sağladıklarını bize açıkça göstermektedir Meselâ sabah namazının sünneti için şöyle buyuruyor: Sabah namazının iki rekâtı sünneti dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır11
İmamı Rabbânî farzlarla Allah'a yakın olmanın ehemmiyetine dikkat çekerek, nafilelere çok düşkünlük gösterip düşünce ve kanaat itibariyle dahi olsa, farzlara gölge düşürmenin tehlikesine dikkat çekiyor Meselâ, her gün 100 rekât nafile namaz kılan biri Şu farzı kılayım da kendi namazlarıma başlayayımşeklinde düşünse ve kendimindediği nafileleri adeta farzların önüne geçirse, onun, kurbu ferâizle alınan mesafenin çok gerisinde kalacağını belirtiyor12
Hadîsi şerîfte özel bir kurbetten de söz edilmektedir Yani, Allah'ım, yalnız Sana kulluk eder, yalnız Sen'den yardım dileniriz(Fatiha, 15) diyerek sürekli istediğimiz bir kurbet daha vardır Bu, kendimizi, kendi uzaklığımızı aşmaya matuf bir kurbet talebidir Yardım O'ndan (celle celâluhu) olduktan sonra, Cenâbı Hak hiç umulmadık şekilde öyle kurbetler ihsan eder, öyle kurbet cilvelerine mazhar kılar ki, belki hiç düşünmediğimiz, aklımızın köşesinden hiç geçmeyen, hiç tasavvur etmediğimiz, hayalimize de hiç gelmemiş olan yakınlıklara ulaştırılırız Çünkü nafileler ile kurbet ifade edilirken Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurumdeniliyor Evet, bu ifadeler bir mânâda müteşâbih olsa da, farz blokajı üzerinde kurulan nafileler yoluyla daha derince bir kurbete ulaşmanın mümkün olduğu da vurgulanmış oluyor
Meselenin diğer bir yönü de şudur: Farzları yerine getirmenin yanı sıra, haramlardan da kaçınılmalıdır ki, tam bir yakınlık gerçekleşsin Aslında bu iki durum birbirinin tamamlayıcısıdır İkinci adım olan nafilelerle yakınlığın sağlanması için ise, nafilenin zıddı sayılabilecek ve değişik dereceleri olan mekruh fiil ve durumlardan da kaçınılmalıdır Buna vera' ve takva denir
NAFİLE İBADETTE DENGE VE DEVAMLILIK
Nafile ibadetler, onları anlatan nafile ve tatavvu kelimelerinin sözlük mânâlarında da görüldüğü gibi, isteğe bağlı, gönüllülük esasına dayalı, Allah'ın emri olan farzlara ek, terk edilmeleri hoş karşılanmamakla beraber, terk edene şer'î bir cezanın terettüp etmediği ibadetlerdir Nafile ibadetlerin bir kısmında (meselâ mutlak nafilede olduğu gibi) üst sınırın net olmaması ve bir nevi kişinin durumu ve takatine havale edilmiş olması, sahabei kiram arasında ibadetle şahlanan misâllerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) nafile ibadetler konusunda göstermiş olduğu titizlik böyle bir neticeyi doğurmuş; ancak bazılarının altından kalkamayacağı ve eşleri tarafından şikâyet edilecekleri bir hâl almasına da sebep olmuştur Bunun üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hem tatbikatları hem de mübarek sözleri ile ashabına orta yolu göstermiştir Meselâ şu hadîsi şerîf onlardan biridir: Hz Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Şüphesiz ki bu din kolaylıktır Hiç kimse kaldıramayacağı mükellefiyetlerin altına girerek dini geçmeye çalışmasın; (insan ne yaparsa yapsın yine de mutlaka bir kısım eksik ve kusurları vardır ve) galibiyet dinde kalır O hâlde orta yolu tutunuz, amellerinizde en iyisini yapmaya muktedir olamadığınızda ona yakın bir seviyeyi yakalamaya çalışınız Böyle yaptığınız takdirde size müjdeler olsun Günün başlangıç ve sonunu, gecenin de son kısmını (dünya ve ukba hesabına iyi değerlendirip Allah'ın yâr ve) yardımcı olmasını talep ediniz13
Hadîsi şerîfte, özellikle bir vakte bağlı olmayan nafile ibadetler için kişinin dinç olduğu zamanları gözetmesi de tavsiye edilmektedir Sabah, akşam ve gece yolculuklarının misâl verilmesi, kuşluk, evvabin ve teheccüd namazlarına işaret olduğu gibi, gün içerisinde dinç olunan zamanları da göstermektedir14
İbadette mükemmeli yakalamak arzu edilen bir şeydir; ancak huşu ve hudu gibi kişinin marifet ufkuna göre sınırı belirlenen ve mutlak nafile namaz ve oruç gibi, üst limiti belirtilmeyen bazı meselelerde bunu gerçekleştirmek mümkün değildir Sürekli azimet eksenli yaşayıp ruhsatlardan istifade etmemek de kolay olmadığı gibi herkese teşmil edilecek şekilde tavsiye de edilmemektedir Durum böyle olunca, dini yaşamayı zor hâle getirecek ve usanç verecek ifrat ve tefritlerden kaçınmalı, en dinç, hattâ coşkulu zamanlarımızı, önemli zannettiğimiz başka işlere değil ibadete ayırmalı, böylece ibadetin zevkine varmalı; nefsin vesvesesine kapı açmadan, başlanan ve alışılan ibadeti terk etmeden, başta nefsimiz, eşimiz vb üzerimizde hakkı olan kişilerin hakkına riayet ederek; kısacası Sünnet'e uyarak ibadet hayatımızı ölüm (yakîn) gelinceye kadar ihlâsla sürdürmeliyiz
İbadette devamlılığa gelince: Cenabı Hak bir âyette mealen, Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine ibadet et(Hicr, 1599) buyurmaktadır Başka bir âyette, ipini sağlamlaştırdığı hâlde sonra gevşetip bozan kadın misali verilerek, bir ibadete başlayıp bırakan, bir konuda söz verip cayan kişiler yerilmekte ve ibadetin devamlı olanının faziletine dikkat çekilmektedir (Nahl, 1692)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de: Amellerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olanıdır15 buyurmuş ve Abdullah b Amr'a; Daha önce gece ibadetine kalkıp şimdi terk etmiş falan gibi olma16 tavsiyesinde bulunmuştur Şüphesiz az bile olsa devamlı olan ibadet, arada bir yapılan çok ibadetten daha hayırlıdır Çünkü ibadetin devamıyla itaat, zikir, murakabe, niyet, ihlâs ve Hakk'a teveccüh de süreklilik arz eder17 Damlaya damlaya göl olurfehvasınca, az ama devamlı olan amel arada bir yapılan ameli kat kat geride bırakır Ayrıca ibadet gibi bir nimetle nimetlendirilen kişinin bunu, gücü yettiği kadar sürdürmesi bu nimete karşılık olarak vereceği en güzel şükür olacaktır Devamsızlık ise, mânevî zevk ve sevaptan mahrum kalmanın yanı sıra, ruhbaniyet âyetine (Hadîd, 5727) işaret gibi görünen şu Nebevî tehditle yüz yüze gelmeye de sebep olabilir: Kim başladığı bir ibadeti, tembelliğinden dolayı terk ederse, Allah'ın gazabına duçar olur18
NETİCE
İslâm'ın biri itikad, diğeri de bu itikadın amelî ciheti olmak üzere iki yönü vardır İtikad; İslâm'ın temel iman esaslarıdır İslâm'ın bir de amelî ciheti vardır ki, farzı, nafilesiyle ibadet ve evrad ü ezkar bu kategori içine girmektedir İbadet, bütün güç ve kuvveti ile itikada ait meselelerin blokajı ve onları inkişaf ettiren fakülteleridir Zîrâ dinî hayatın kaymalardan korunması ve kollanması ancak ibadetle mümkündür İbadeti olmayan insan, kendi tabiatıyla bütünleşemez ve onun için her zaman değişik inhiraf noktalarından kaymalar söz konusu olabilir
İnsan, nazarî olarak inanılması gerekli olan hakikatleri kabul edebilir Ancak, ister ilim adına yapılan araştırmalarda, isterse inanç ve ibadet dünyasıyla alâkalı hususlarda olsun, mârifetullah ufkuna ulaşmak nazarî akılla değil; ancak amelî akılla mümkün olacaktır Zîrâ insan, inancını ancak ibadetle tabiatının bir parçası ve derinliği hâline getirebilir İşte makalemizin konusu olan ve farz ibadet temeline oturan nafile ibadet de bu ibadet hayatının en önemli kısımlarından birini teşkil eder
Kaynak : dini ilimler dergisi